26 Kasım 2009 Perşembe

Manchester United 0-1 Beşiktaş: Theatre of Dreams in Black and White



Siyah günlerimizi beyaza çeviren iki zafer ard arda geldi Beşiktaş'tan. Avrupa'daki kaderimiz ilginç bir biçimde Fenerbahçe maçlarına bağlı oluyor, Barcelona maçında gelen 3-0'lık zaferde olduğu gibi, Manchester United maçındaki galibiyet de 3 gün önce de bir kez daha 3-0'lık sonuçla biten Fenerbahçe maçının ardından geldi. Tello'nun şutu Boliç'e nazire yaparcasına Rafael'e çarparak ağlara gitti ve Alex Ferguson Türklere karşı oynadığı bir maçta daha sakızını yutmak zorunda kaldı. Beşiktaş'ın her Şampiyonlar Ligi macerasında bir büyük takımı devirme geleneği devam etti ve kervana PSG, Barcelona, Chelsea ve Liverpool'un ardından Manchester United da katıldı. (Belki PSG'yi burada görmeyi garipseyenler vardır, onlar için PSG'nin bir yıl öncesinin Kupa Galipleri Kupası şampiyonu olduğunu hatırlatalım. Kupa Galiplerini hatırlamayanları da Barça forması giyen Ronaldo-Brezilyalı olan- kovalasın diyelim artık.)


Fenerbahçe galibiyetini alan takımı, Old Trafford'un temposunu kaldırması zor olan Serdar ve Yusuf'un dışında değiştirmeyen Mustafa Denizli ilk Şampiyonlar Ligi galibiyetini elde etmenin sevincini yaşadı bu gece. Tello golünü attığında sevincini bekletmesi de bu yüzdendi; ama gözlerinin içindeki gülümsemeyi saklayamamıştı kameralardan. Bu maçı kazanacağına dair olan inancı, 26. hafta inancına benziyordu biraz; kendi gücünden daha çok rakibinin tam olarak gücünü yansıtamayacağına güveniyordu. Welbeck, Macheda ve Obertan'dan kurulu genç hücum üçlüsü pozisyon üretmekte bütün maç boyunca sıkıntı çekti. Obertan için bu ayki Champions dergisinde "Manchester C.Ronaldo'yu sattı ama taraftarlar üzülmesin; çünkü Obertan bir iki yıl içinde onun yerini dolduracak" diye bir yorum vardı ama bu maçta gördük ki bu yorum gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Onun dışındaki United'lı oyuncuların tamamını Münih ve İstanbul'da izleme fırsatı bulduğum (Welbeck'i bile canlı izledim) için oyuncular hakkında yorum yapma hakkını kendimde görüyorum. Beşiktaş'ı bu sezon o kadar canlı izlemedim,artık gerisini siz düşünün, beni bir maçta daha görürlerse scout falan olduğuma inanacakar herhalde:) Macheda'nın harika bir fiziği var; ancak oyunu biraz daha iyi okuyabilmesi lazım. Anderson'a Ferguson'un inanılmaz bir güveni var, ondan yeni nesil bir Pirlo veya Xavi yaratmaya çalışıyor, geçmiş örnekleri göz önünde bulundurarak Ferguson'un bu görevi bir iki yıl içinde başaracağını düşünüyorum. Rafael'i bilmem ama kardeşi Fabio'dan bir şey olmaz gibi, şimdi ne ilgisi var diyeceksiniz ama Münih'te izlediğim Man Utd-Boca maçından beri içimde kalmıştı onu da yazayım dedim hazır başlamışken.




Keyifler yerinde oldu mu yazı da çorap söküğü gibi geliyor, konuyu çok fazla dağıtmadan gecenin adamını onurlandıralım. Rüştü'ye karşı pek çok Beşiktaşlı'nın sempatisi yoktur; ancak ben istatistik delisi bir futbolsever olarak yıllar sonra Milli Takım kaptanlığı onurunu Beşiktaş'a yaşattığı için severim, her zaman da savunmuşumdur.( Bkz. ilk CSKA Moskova maçı yorumu) Bu akşam Beşiktaş tarihine geçen bir maça imza attı ve Deli İbo'nun cumartesi akşamı gösterdiği performansa benzer şekilde Beşiktaş'ın unutulmazları arasına şimdiden girdi. Bu onun Old Trafford'da elde ettiği ikinci zafer, Barcelona'ya gittiği sezon hakkında United dedikoduları da çıkmıştı, Şeytanların kalesini koruyamasa da bu stad onun için artık ayrı bir öneme sahip.



Maçın sonunda grupta oluşan durum da ilginç bir şekilde 1. Dünya Savaşı ittifaklarını andırıyor. Wolfsburg ve Beşiktaş'a karşı oynayacak olan Man Utd. ve CSKA itilaf devletleri rolüne soyunmuş durumda. 15 gün sonra Beşiktaş Wolfsburg'un, Wolfsburg da Beşiktaş'ın galibiyet golünü bekleyecek. Uzun lafın kısası, CSKA'yı İnönü'de mağlup etsek dahi Almanlar kaybederse biz de kaybetmiş sayılacağız. Bakalım Beşiktaş'ın beşinci Şampiyonlar Ligi macerası nasıl sonuçlanacak?

Hiç yorum yok: