Attığı golle maçı kazandıran futbolculara maç sonrasında "Senin golünle takım kazandı, neler hissediyorsun?" diye sorduklarında bilindik bir cevap duyarsınız: "Golü benim atmam önemli değil, takımın kazanması önemli. Biz bugün bu maçı takım halinde kazandık." Bunu yazmaktaki amacım sorunun mantıksızlığını eleştirmek veya golü atmasa kendisine mikrofonların çevrilmeyeceğini bilen futbolcunun ikiyüzlülüğünü ortaya koymak değil. Esas olarak futbolda her maç takım halinde mi kazanılır, yoksa oyuncuların çıkıp maçı alması bir taraftar efsanesi midir, bunun üzerine biraz kafa yormak istedim. Dünkü maçın beni sürüklediği düşünceler bunlardı nitekim.
Ben her zaman takım olarak yapılanların maçların kaderini belirlediğine inananlardanım, zaten yorumlarımı da genelde bu anlayışla yaparım; ancak dün geceki maç böyle bir yazı yazmayı imkansız hale getiriyor. Dün akşam sahaya 3 stoper, 2 bek, 3 ön libero, bir adet Japon asıllı Brezilyalı(?) ve bir adet de ayakla topa vurup istediği yöne göndermeyi beceremeyen forvetle sahaya çıktı Beşiktaş, daha sonrasında Mustafa Denizli oyunu kurtarmak adına bir stoper daha oyuna aldı! Ayrıca sahada lige tutunmak için son fırsatı olduğunu bilen ve seyirci desteğini de arkasına alarak varını yoğunu ortaya koyan bir Trabzonspor vardı ve 10'a yakın gol pozisyonuna girdi. Ancak maçın skoruna baktığımızda 2-0'lık Beşiktaş üstünlüğünü görüyoruz, bu da yalnızca bireysel performanslarla açıkalanabilir.
İlk olarak ön plana çıkan isim kaleci Hakan Arıkan. Liverpool kabusunun yarattığı güven bunalımını bir türlü aşamamıştı, çarşamba günkü Wolfsburg maçında da bu güvensiz görüntüsünü sürdürerek önemli hatalar yapmıştı. Üç gün sonra ise bambaşka bir Hakan Arıkan izledik. Kendine güveninin geri gelmesini sağlayan kurtarışlarında Umut'un yaptığı etkisiz vuruşların da payı var muhakkak; ama kornerden gelen bir topa sektirmeden hakim olması gerçek bir değişimin göstergesiydi. Sezon boyunca daha fazla çans almayı hak ediyor Hakan, umarım bir-iki hafta içinde yerini yeniden Rüştü'ye bırakmadan bir istikrar yakalayabilir.
Maçı Beşiktaş'a getiren diğer isimler ise malum kel ikili Ernst ve Ferrari'ydi. Ferrari'nin sezon başından beri bizleri kendisine hayran bıraktıran performansı bu maçta da devam etti. 90+1'de Colman'ın sağ çaprazda boş kaldığı pozisyonda topun önüne öyle bir atladı ki, azim, hırs, inanç temalı reklamlarda rahatlıkla kullanılabilir. Ernst'in geçen sezonun ortasından beri bu takıma kattıkları iki kupa olarak Beşiktaş müzesinde çoktan kendine yer buldu ama o inatla yenilerini kazanmak için var gücüyle oynamaya devam ediyor. İknci yarının başında attığı wunderbares Tor'a rakip takim taraftarlarının attığı gıpta dolu bakışları gördükten sonra (ki kendileri bu blogun yazar tayfasını oluşturmaktalar) Fabian'a bir kere daha hayran kaldım. Umarım takımın forvet kisvesi altında hayalet gibi dolanan oyuncuları bu iki kelin hırslı oyunundan ilham alır ve takımı bir üst seviyeye taşırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder