20 Kasım 2009 Cuma

Haftanın Notları #4


i get up at seven, yeah, and i go to work at nine

i got no time for living, yeah, i'm working all the time

seems to me i could live my life

a lot better than i think i am

i guess that's why they call me the working man

Yukarıdaki sözler blog'un sağ sütununa koyduğum şarkı listesinin de başında yer alan Rush grubunun Working Man adlı şarkısından alınma. Son günlerde neden sıklıkla dinlediğimi blog yazarları iyi bilirler, zira kendileri de aynı dertten muzdarip. Haftanın notlarına başlarken bütün hafta boyunca bizlere bu zulmü yaşatan herkesi en iyi(!) dileklerimle selamlıyorum. Yazılara bir haftadan uzun bir süre ara vermek zorunda kalmıştım, bu arada blogu yazılarıyla güzelleştiren herkese buradan teşekkürlerimi sunarım. Hele moist'un rage against the music yazısının başına koyduğu Evil Empire fotoğrafı tek kelimeyle enfesti:)


Bu fotoğraf FM'nin bünyede yarattığı rahatlama anlarının önemli bir örneği olsa gerek. Zorlu geçen haftanın sonunda Bernebau'da alınan 3-1'lik galibiyetten daha mutluluk verici ne olabilir ki :)Tabii her FM'cinin büyük başarıları vardır ve her birini de bu sayfaya taşıyacak değiliz; ama FM'nin dertlere derman olduğunu göstermek için güzel bir örnek olduğundan moist'un yazısının üztüne iliştireyim dedim. Goller Uğur, Nihat ve Holosko'dan, kontra atak futbolunun nadide zaferlerinden birisi.



Eğer milli takımımız play-off'lara kalabilseydi, bu hafta bizler açısından çok daha renkli geçebilirdi; ancak onun yerine Dünya Kupası için son altı bilet için verilen kora kor mücadeleleri uzaktan izlemekle yetindik. Örneğin, Henry'nin eliyle topu düzelterek yaptığı asistle Dünya Kupası'ndan elenmiş olsaydık, gündem bu kadar sakin olur muydu sizce? Fotoğrafta yüzsüzce sırıtan Henry, o anda hayatı boyunca bu hareketle hatırlanacağını pek de aklına getirmiyor anlaşılan. İrlanda'ya yapılan bu haksızlık için bu dakikadan sonra yapılacak bir şey yok ne yazık ki; ancak FIFA'nın bu pozisyonda bir kale arkası hakemi bulunmasının nasıl büyük bir hatayı önleyebileceğini görmüş olması ileride bu hataların engellenmesi adına önemli bir adım olabilir. İçimizdeki İrlanda'lı olarak bu ülkeye verdiğim desteği de "İrlanda'nın Elvis'i" olarak bilinen Rory Gallagher'ın Philby parçasını listeye koyarak gösterdiğimi düşünüyorum. Elimden daha fazlası da gelmiyor zaten.





Bu fotoğrafı 2 no'lu Haftanın Notları'nda da bulabilirsiniz, geleceği gören bir fotoğraf olması nedeniyle tekrar yayınlamaya karar verdim, zira fotoğraftaki ikili artık McLaren'de takım arkadaşı olacaklar. O yazımda İngilizlerin Schumacher sonrası dönemde rüzgarı arkalarına aldığından bahsetmiştim. McLaren yöneticileri muhtemelen beni duydular ki Mercedes'in kendi takımını kurmasından sonra Button'la anlaşıp yeni sezona tamamı İngilizlerden oluşan bir takımla girmeye karar verdiler. Mercedes yöneticileri de bu milliyetçi dalgayı başlatarak yeni sezonda Mercedes GP adıyla yarışacak olan takımın pilotlarını Nico Rosberg ve Nick Heidfeld olarak belirlemişlerdi. İzleyebidiğim 10 yıllık F1 döneminde hem takımın hem de iki pilotun aynı milliyetten olduğu bir takım hatırlamıyorum, yeni sezonda ise iki iddialı takım bu yapıya sahip olacak. Açıkçası Mercedes'in ayrılık kararına oldukça üzüldüm, yıllardan beri McLaren Mercedes olarak desteklediğim takım ortadan ikiye ayrıldı, benim yeni sezon için düşlediğim Hamilton- Vettel pilot ikilisi ve McLaren - Mercedes İngiliz - Alman ortaklığında oluşan enternasyonel yapı da milliyetçi akıma kurban gitti. Bu iki takımın rakibi Ferrari ise yeni sezonda salsa soslu latin pilotları Alonso ve Massa ile sahne alacak.




Yazının son bölümünü de Melih ve Ahmet Gökçek ikilisine ayırmam gerek, zira çirkefliği kendine yöntem bellemiş bu isimler kirli ellerini spora attıklarından bu yana her gün ayrı bir skandala yol açmaktalar. Aslında onlara bir anlamda teşekkür etmemiz gerek; çünkü ahlaksızlık gibi tarifi soyutluğundan ötürü oldukça zor olan bir kavramı her geçen gün daha da somutlaştırıyorlar. İleride çocuklarınıza Melih Gökçek gibi olmayın demek onları uyarmanız yeterli olacaktır. İnsan emeğini hiçe saydıklarını ve attıkları imzalara ne kadar sadık olduklarını geçen haftanın başında Hikmet Karaman'a yaptıklarıyla bir kez daha ispat ettiler. İmzanın kendi dönemlerinden önce atılmış olması onlara bu saygısızlığı yapma hakkını asla vermez; çünkü kulübün başkanlığına talip olan bir kişi, o kulübün geçmiş yükümlülüklerini de yerine getireceğini taahhüt etmek zorundadır, aksi söz konusu dahi olamaz. Bu konuda esas sorgulanması gereken teknik direktörlerin sendikal haklarını hangi nedenden ötürü kullanamadıklarıdır. Örneğin Fatih Terim istifa toplantısında anlattığı icraatlarının yanında neden bir Antrenörler sendikası kurmayı bu dönem boyunca aklına getirmemiştir? Bu olay bütün teknik direktörlere, sporculara ve genel anlamda toplumun bütün emekçi kesimlerine ders niteliğindedir. Eğer demoratik toplum yapısında üretim araçlarını ellerinde bulundurmayan kitleler dayanışma içinde olmazlar ise haklarını savunamazlar. Ne yazık ki toplumlar içerisinde her zaman Melih ve Ahmet Gökçek gibi toplumun kanını emerek beslenen sülükler var olacaktır, onlara karşı hakça bir mücadele verebilmek için sivil toplum ve sendikalar toplum yaşantısında söz sahibi olmalıdır.

1 yorum:

moist dedi ki...

FM update'i gelmiş yazıya :) sonunda resmi patch'i kurup başladım ben de oyuna. İşsiz başlamak yemedi bu sefer :) piacenza'yı aldım. serie b'nin transfer bombasını andy van der meyde ile patlattım :)

ayrıca oyuna başlar başlamaz Arda 17.5 milyon euro'ya barcelona'ya gitti. Bunun üzerine Galatasaray van der Vaart'ı kiralık olarak aldı. Çok ilginç başladık oyuna, hayırlısı bakalım :)