25 Kasım 2009 Çarşamba

Kıskanmak: İnsan Denen Mahlukatı Anlamak Üzerine


Zeki Demirkubuz'un son filmi olan Kıskanma, daha çok günümüze dair sorunları getirmeyi tercih eden yönetmenin, seyircisine aktarmak istediği temel dertler için farklı bir atmosferi seçtiğini görmekteyiz. Bir roman uyarlaması ve aynı zamanda 1930'larda Zonguldak şehrinde geçen bir dönem filmi olarak Demirkubuz'un kariyerinde ayrı bir noktada konumlanmış gibi gözükse de, filmin esas derdi olan insan varoluşu üzerine tekrar düşünme ve kötülüğün sorgulanması temalarının yönetmenin filmografisinin ana unsurlarını oluşturması bu filmin de esasında bütünün bir parçası olduğunu ispatlıyor. Yine filmin içinde Zeki Demirkubuz'un kendi imzası haline gelen gıcırtıyla aralanan kapı görüntüleri, kapı aralıkları ve aynalardan yapılan çekimler, Suç ve Ceza üzerinden Dostoyevski göndermesi ile Beşiktaş'ın 1930 yılındaki armasının bulunduğu porselen tabak (mest olduğumu belirtmeme herhalde gerek yoktur) bizlere bu filmin bir dönem filmi olmanın ötesinde bir Zeki Demirkubuz filmi olduğunu sık sık hatırlatıyor.




Film değerlendirmesine teşbihte hata olmaz diyerek başlayalım ve Seniha karakterinin klasik bir Demirkubuz karakteri olarak hayata 1-0 yenik başladığını belirtelim. Hayatımızın esas yönünü tayin eden unsurların pek çoğunun kendi kontrolümüz altında olmayan ve doğuştan gelen unsurlar olduklarının altını çizen bu karakter çirkinlik derdinden muzdarip. Zeki Demirkubuz'un seveceği bir tabirle "kader" mahkumu. Hayatı boyunca bir tek ağabeyinin çaycısı ile cinsel ilişki kurabilen bu kadın, kimse ile evlenememiş ve İstanbul'dan Zonguldak'a kömür madenlerinde çalışmaya gelen mühendis ağabeyi Halit ve onun güzel eşi Mükerrem'in evinde sığıntı olarak yaşamakta. Hayata hiç bir noktadan sarılamamış, varoluşunu anlamdıramamış olmanın sıkıntılarını çekerken, arzuladığı erkeklerin ona yüz vermemesi, üstüne üstlük aynı erkeklerin Mükerrem ile beraber olmak için can atmaları da Seniha'yı ruhsal bunalımlara sürüklemiş durumda. Yine de hikayeyi esas olarak vurgulanan kıskançlık, hemcinslere karşı duyulan "güzellik-çirkinlik" indirgemesindeki kıskançlıktan uzak bir noktada. Zeki Demirkubuz, gerek fragmanında gerekse afişinde kıskançlık denince akla gelen bu önyargıyı kullanarak seyircisini ters köşeye yatırmış.


Seniha'nın kıskançlığının kaynağını Mükerrem'den ziyade kardeşi Halit oluşturmakta, bu durumda seyircinin kıskançlık ve kötülüğü daha kavramsal bir düzeyde sorgulamasına olanak sağlıyor. Çocukluktan itibaren devam ettiğini varsaydığım kardeşler arası kıskançlığın üzerine eklenen Halit'in toplum tarfından kabul gören mühendis kimliği ve çaycı ile evlenmek isteyen Seniha'nın işlerini Halit'in bozması, Seniha'nın "ahlak" kıskacından sıyrılıp "kötü" kimliğine bürünmesine sebep oluyor. Tabii bir de Zeki Demirkubuz'un Dostoyevski'den ilham alarak her zaman vurguladığı "nedensiz kötülük" kavramına da atıfta bulunmak gerek. Doğuştan gelen fiziksel ve sınıfsal özellikleri dini bir atıfta bulunarak "kader" yakıştırmasını yapan Zeki Demirkubuz, karakterlerin tanımlamasını yaparken dini öğretilerin öngördüğü saf iyi ve saf kötü kavramlarına ise oldukça mesafeli yaklaşmakta. Yönetmen, Dostoyevski'den de ilham aldığı şekilde kötülüğün ve genel anlamda insan eylemlerinin çoğu zaman nedensiz olarak gerçekleştiğine inanmakta. Aynı Raskolnikov'un bir katile dönüşmesi gibi, aynı Masumiyet filminde Bekir'in Uğur'a olan karşılıksız sevdası gibi, bu filmde de Seniha varoluşçu öğretiye uygun olarak yukarıda saydığımız bütün nedenlerin yanında gizemini çözemediğimiz bir nedensizlikle ağabeyi hakkında yalan beyanatta bulunuyor. Zeki Demirkubuz'un varoluşçu üstad Albert Camus'nün Yabancı eserinden uyarladığı İtiraf filminde başrolü oynayan ve ünlü ifade verme sahnesiyle hafızalarda yer eden Serdar Orçin'in, bu filmde ifadeyi alan adli memur olması seyirciye bir mesaj değil midir?



Sonuç olarak, filmin kıskanmak ve insanın kötülüğü üzerine söylemek istediğini derli toplu olarak söyleyen, olay örgüsünün gelişiminde önemli rol oynayan sınıfsal tabakları, maden zenginliği ile hızla kentleşmeye başlayan; ancak kültürel olarak henüz kent kimliği kazanamamış 1930'lardaki Zonguldak atmosferini detaylara inmeden ama eksiksiz bir biçimde aktarmayı başaran bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle 30'larda geçen bir film çekmek konusunda tereddütler yaşayan ve kitabı günümüze uyarlayacak alternatif bir senaryo yazmaya dahi girişen Zeki Demirkubuz başarıyla bu işin altından kalkmasını bilmiş. Belki onun ölümsüz Masumiyet+Kader ikilisi tadında bir film görmeye gelenler hayal kırıklığına uğrayabilirler; ancak Zeki Demirkubuz filmografisine baktığımızda sırıtmayacak bir filmle karşımızda. Kendisine teşekkürü bir borç bilip kendi de hasta bir Beşiktaşlı olan Zeki Demirkubuz'un taraftarlardan yola çıkarak yazdığı senaryosunu bir an önce hayata geçirmesini bütün Beşiktaşlılar olarak temenni ederiz.

Hiç yorum yok: