14 Eylül 2010 Salı

Türkiye 64 - 81 ABD : Altın Durantula'nın Ağında Kaldı


Rüya gibi geçen iki haftanın sonunda rüyadan uyanmamıza Kevin Durant neden oldu. İlk çeyrekte attığı üçlüklerle seyircinin sesini kıstı, ikinci çeyrekte harika işleyen alan savunmamızın başladığı noktanın iki adım gerisinden attıklarıyla adeta savunmamızla dalga geçti, üçüncü çeyreğin başında üst üste attığı iki üçlükle de şampiyonu ilan etti. Durant'in mükemmel performansına Hidayet'in sakatlığı, hücumdaki sıkıntılarımız ve Sırbistan maçının yorgunluğu da eklenince şampiyonluk için çok zorlayabileceğimizi düşündüğüm ABD'ye karşı direnemedik. Yıllardır Türkiye'de basketbol izleyen birisi olarak Durant'i izlemek de "NBA süperyıldızı nasıl olur" sorusuna benim için iyi bir yanıt oldu.

İstatistiklerden ziyade duyguların ağır bastığı bir maç olduğu için maçı yazmaya yolculuktan, hatta turnuva ile ilgili ilk düşüncelerimden başlamak istiyorum. Final biletini yaklaşık üç ay önce aldığımda Türkiye'nin bu noktaya çıkacağını düşünmemiştim, daha ziyade kafamda "en iyi ihtimalle Yunanistan'ı geçersek ite kaka yarı finale kalır, son gün de madalya için sahaya çıkan bir Türkiye izlerim" düşüncesi hakimdi. Ama grup değerlendirmelerinde de yazdığım gibi Yunanistan'ı geçeceğimizi düşünmüyordum, ikincilik de çeyrek finalde ABD'ye toslamak anlamına geliyordu.


Benim taraftar olarak hayal ettiklerimden de ötesini gerçekleştiren Türkiye'nin yaratacağı bir mucizeye tanık olmak; olmadığı takdirde de 12 dev adama tarihin en büyük başarısı nedeniyle teşekkürlerimi sunmak için Ankara'dan yola çıktığımda saat 10:30'u gösteriyordu. Yolculuğun başlarında yaşadığım heyecan İzmit'te tıkanan trafik ve 2,5 saatlik gecikme yüzünden yerini yorgunluğa bırakmaya başladı. Maç öncesinde Taksim'de turlayıp yaşanan heyecana ortak olmak isterken trafik nedeniyle kendimi 3.'lük maçının başlamasına 15 dakika kala ancak Sinan Erdem Spor Salonu'na atabildim.

Final öncesinde turnuvanın en iyi taraftarları olan Litvanyalılarla 3. kez buluşmak günün güzel anılarından birisi oldu. İstanbulluların övdüğü Slovenya seyircisini görme fırsatım olmadı ama onların da Litvanyalıların tacını elinden alabileceğini düşünmüyorum. Ev sahibi taraftarın Türkiye üzerindeki itici etkisini gördükten sonra rahatlıkla diyebilirim ki Litvanya'da düzenlenecek olan Eurobasket 2011'in Sırbistan ve İspanya ile birlikte en önemli favorisi Litvanya olacaktır.

Litvanyalıların 3.'lüğü almasının ardından gözler final maçına çevrildi. Taraftar ürünlerinin satıldığı yerde tarihe tanıklık ettiğimi belgeleyecek "Final: Turkey vs. USA" tişörtlerinden bulamadım; ama pota arkasında oturan bilinçli bir taraftar olarak faullerde dikkat dağıtma görevimi yerine getirmek adına bir atkı satın aldım. Maç sırasında pota arkasındaki diğer taraftarların bu görev bilincinde olmadığını, dahası tuttur.com'un 3 liralık tişörtünü almak için kendini yırtıp, top ABD'deyken yuhalamayı angarya gören seyirciyi (bkz. seyirci taraftar farkı) gördükçe sinirlerim tepeme çıktı.


Gerekli desteğin oluşmamasındaki en önemli iki faktörün Litvanyalılar gibi bir taraftar kültürüne sahip olmamamız ve gereken desteği verebilecek Türk taraftarlarının kendi evindeki bir turnuvada takımın başarılı olacağına o kadar da inanmamaları olarak görüyorum. Eğer taraftarlık yapabilecek kesim finale inansaydı veya her şartta dünya basketbol finalini izlemek isteyecek basketbolsever sayısı salonu dolduracak çoklukta olsaydı, bu biletler amca -teyze ve onların çocuklarının elinde kalmazdı. Başta da dediğim gibi ben de finale kalacağımıza inanmıyordum; ancak ne olursa olsun bir final maçı izlemeye kararlıydım, bu nedenle de biletimi üç ay öncesinden aldım. Amcalar teyzeler de maça gelmesinler demiyorum tabii, hobi olarak gene gelsinler; ama taraftar desteğine çok ihtiyaç duyduğumuz günde televizyon konforunu tercih etmeleri daha iyi olurdu.

İşin kültür boyutuna döndüğümüzde ise Litvanyalılarla, 3.'lük maçından sonra onların boşalttığı koltuklara geçen Beşiktaş Çarşı taraftarlarını karşılaştırmak yerinde olacaktır. Çarşı taraftarının iyi niyetinden şüphe duymamakla beraber, basketbol maçlarında kısa süreli destek verip rakibi baskı altına almayı sık sık unuttukları da bir gerçek. Maçın başında henüz Beşiktaşlıların bile tam olarak ezberleyemediği "formanda ter olmaya geldik" tezahüratını Türkiye'ye uyarlamaya çalışmaları seyircinin havaya girmesini engelledi maalesef. Yine de Ender'in maçı 48-61'e getiren üçlüğünden sonra tüm salonu ayağa kaldırmaları ve maç sonunda "dağ başını duman almış" tezahüratını başlatmaları günün en olumlu taraftar hareketleriydi, onlar da maça gelmese tribünler tamamen etkisiz kalacaktı. Maçın bitiminde Gündoğdu marşı söylemeleri "kötü günde omuz omuzayız" mesajı vermek için mi yoksa sesini çıkarmayan seyirciye tepki için miydi bilemedim.


Ekranlara yansıdı mı bilmiyorum; ama finali benim için unutulmaz kılan bir başka detay da devre arasında verilen FIBA onur ödülleriydi. Divac ve Sabonis gibi izlediğim ve Oskar Schmidt gibi namını duyduğum efsaneleri alkışlama fırsatını yakaladığım için de son derece mutluyum. Divac ile Hido'nun samimi muhabbeti "Hey gidi Sacramento Kings" diye eski günleri yad etmeme, yanımdaki çocukların Divac'tan bihaber olması da yaşlandığımı hissetmeme neden oldu. Daha önce de dediğim gibi istatistiklerden çok duygularla ilgili bir maç olduğu için maçın detayları yerine tribünlerde oluşan atmosferi anlatmayı seçtim, turnuvada izlediğim dikkat çekici isimler ve milli takımımızın performansı hakkında iki ayrı yazı yazmayı planlıyorum.

Hiç bir zaman unutulmayacak bir turnuva performansının eşiğinden döndük belki; ama Türk spor tarihinin takımlar bazındaki en büyük başarısını elde eden bu takımla ne kadar gurur duysak azdır. Naismith kupasının Hidayet'in ellerinde yükseldiğine şahit olamadım belki; ama bu başarılı takımın Olimpiyatlara katılım hakkı elde etmesi halinde 2012 Londra'daki açılış töreninde Türk bayrağının Hidayet'in ellerinde taşındığını görmek de bana benzer bir sevinci yaşatacaktır. 12 Dev Adam'a bu mükemmel turnuva ve bana (ve tüm Türkiye'ye) yaşattığı unutulmaz anılar nedeniyle teşekkür ediyor ve onlara yeni hedefleri olan Eurobasket 2011'de başarılar diliyorum.

Hiç yorum yok: