18 Haziran 2010 Cuma

Entre les murs - Duvarlardan Taşan Sorunlar


Sınıf (Entre Les Murs) filmi, son yıllarda yeniden yükselişe geçen Fransız sinemasına 21 yıl sonra Altın Palmiye kazandırdı. Bütün hikayenin bir okulda, yani dört duvar arasında geçtiği filmde mekan ciddi anlamda sınırlanmış belki; ancak bu kısıtlı alan ve küçük ilişki biçimi Fransa'nın son dönemde yaşadığı toplumsal değişime ışık tutuyor. Ulusal kimlik tartışmalarıyla soydan Fransızlar ve azınlıklar kavramlarının gündemde tutulduğu Fransa'da, farklı etnik kimliklerden gelen çocukların oluşturduğu sınıfta yaşanan gerilimler bu arka plandan bağımsız olarak düşünülemiyor. Banliyö ayaklanmalarından sonra göçmenlerden ayaktakımı olarak bahseden bir cumhurbaşkanına sahip olan Fransa'nın hareketli gerçekliğine tezat oluştururcasına, sınıfın içinde özellikle tartışmalarda zaman zaman tempo artsa da genel olarak sakin bir filmle karşı karşıyayız.


Öncelikle filmin geçtiği mekana, yani okula odaklanalım. Hepimiz eğitim sürecini yaşadığımız için kolaylıkla sınıftaki öğrenciler ve öğretmenle empati kurabiliyoruz. Ve iyi biliyoruz ki değişen toplumsal koşullara ayak uyduramayan geleneksel okul yapısı çatışmalara gebedir. Henüz kimlik oluşturma aşamasındaki çocukların yaşadığı sıkıntıların çatışmalara dönüşmesi her an mümkündür. Filmdeki sınıfta okuyan öğrencilerin farklı etnik kimliklere sahip olmaları sınıfı daha kırılgan bir yapıya büründürüyor; çünkü hem çocuklar kendilerini beyaz Fransız olan hocalarıyla özdeşleştiremiyorlar, hem de farklı etnik kimliklerden gelenler kendi içlerinde çatışmaya giriyorlar. Cezalandırma sistemi, sistemin sorun çıkaranları dışlaması hala temel çözüm olarak görülüyor. Otorite sahipleri çözüm için nispeten daha istekli görünseler de sonucu değiştiremiyorlar.


Okul üzerine genel bir tanım yapıp ortaya çıkması muhtemel sorunlara değindikten sonra okulların da değişimden nasibini aldığını göstermek için filmi 400 darbe ile karşılaştırmayı uygun gördüm. Öğretmen, artık 400 darbe'deki gibi asli görevinin çocukları sus pus oturtmak olduğunu düşünmüyor. Çocukları konuşturarak onlara kenidlerini ifade etmeleri için fırsat tanıyor. Oto-portre ödevlerini bu bağlamda ele almak gerekiyor. Fırsatların sunulduğu bu yeni yapıda okulda sorunlar yaşayan Afrika kökenli Müslüman çocuk Süleyman dahi kendini ifade etmek için fırsat buluyor ve oto-portre ödevinde fotoğraflarla ortaya güzel bir iş çıkarıyor. Ayrıca yaşanan sorunların ardından öğretmen sorunları tekrar düşünüp kendini ve sistemi sorguluyor.


Bir anlamda sınıftaki düzenin bir iletişim ağı (network) olarak yeniden yapılandığını görüyoruz. Yeni iletişim ağında herkesin kültürel birikimleri üzerinden yapacakları katkılar var ve bu nedenle tepeden inme ve tek yönlü iletişimin olduğu bir topolojinin terk edilmesi zorunlu. Öğrenci, öğretmen, yönetici ve velinin de bu toplumsal iletişim zincirinin halkalarını oluşturması gerekiyor. Özellikle veli toplantılarında gördüğümüz ise bu iletişimin henüz tam olarak sağlanamadığı. Bir de bu veli toplantılarının bana İki Dil Bir Bavul'u hatırlattığını ekleyeyim.


Sınıf, yeniden düşünmek veya algıyı kırmaktan ziyade toplumsal yapı üzerine tespit yapmayı tercih eden bir film. Otoriteyi sağlayan öğretmen beyaz bir Fransız, sorunlu çocuklar genellikle Afrika kökenli, sessiz ve çalışkan öğrenci ise bir Çinli. Fransa'daki toplumsal yapının kaçınılmaz olarak okula yansıdığını görüyoruz. Truffaut'nun 400 Darbe'sindekinden apayrı bir toplumsal yapı sınıfa hakim, yine de çocukların temel sorunları kenidlerini ifade etmek üzerine kurulu. Kendini geliştirme ifade etme konusunda engellenen göçmenler, şiddete ve dolayısıyla sistemin dışına itiliyor. "Beni kendimden başka kimse tanımıyor" diyen Süleyman, sınıf yapısıyla zlaşmayı reddettiği için okuldan uzaklaştırılıyor. Asya'dan gelen çocuk ise utanma duygusunun kayboluşundan rahatsızlık duyuyor ve bu Asya'nın bireyciliği dışlayan kültürel yapısnın bir tezahürü. Sınıf filminde bütün bu farklı yaklaşımların nasıl harmanlanacağı üzerine bir ipucu göremiyoruz. Başta da değindimiz gibi bu film temel olarak tespitleri ön plana çıkarıyor, gerisini yetkililere bırakıyor.


Göçmenlerle birlikte yeniden tanımlanması gereken ulus-devlet kavramının yarattığı sorunlara filmde rastlamak mümkün. Bunun güzel bir örneğini, çocukların öğretmene neden örnek cümlelerde Afrika veya Arap kökenli isimleri kullanmadığını sorduğu sahnede görmek mümkün. Beyaz bir fransız olarak öğretmenin ulus-devletin yarattığı kimliğe sorunsuz oturması onu isimler üzerine yeniden düşünmekten alıkoyuyor. Filmin yaptığı bir başka tespit ise futbolun öğrencilerin kimliklerini ifade etmekte önemli işlevi. Özdeşleşebilecekleri şahsiyetlere ihtiyaç duyan çocuklar futbolculara yöneliyorlar. Sadece öğrencilerin değil toplumun da benzer bir durumda olduğunun güzel bir örneği, 1998 Dünya Kupası'nı kazanan Fransa takımındaki etnik çeşitliliğin bütün Fransızları birleştirmesiydi.


Son olarak Sınıf filminin Fransa'nın sorunlarının tartışılması için gerekli olan bu gerçeklik halini nasıl oluşturduğuna bakalım. Öncelikle filmin karakterlere mesafeli yaklaşımı, sorunların üzerine düşünmek için elzem olan aklıbaşındalığı filme hakim kılıyor. Filmin belgesele yakın duruşu da gerçeklik algısı oluşturmayı hedefliyor. Sınıf filmi, Avrupa sinemasında yıllardır var olan stüdyo sinemasına karşı duruşun bir yeni bir örneği. Yine son dönem Avrupa sinemasında görmeye alıştığımız titrek kamera sayesinde kendimizi sınıfın bir üyesi gibi hissediyoruz. Gerçeklik algısı amatör oyuncularla da destekleniyor. Filmdeki öğrenciler gerçek hayatta aynı sınıfta değiller; ancak aynı okuldan geliyorlar ve yine hemen hepsi aynı mahallede yaşıyorlar. Bütün bu özelliklerin filmi gerçeğe yaklaştırdığı doğru; ancak zihnimizin bir köşesinde sanatın her zaman gerçekliğe mesafeli olduğunu tutmak, sağlıklı değerlendirmeler yapmak adına faydalı olur.

Hiç yorum yok: