Bütün ülkenin hafızasında güzel anılar bırakan 2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nı 5 gün önce sonlandırdık; ama değerlendirmeler bugüne kadar sarktı. Son değerlendirmemde gümüş madalyayı boynuna takan ve takım sporları tarihimizin en büyük başarısını elde eden 12 Dev Adamımız hakkında bir şeyler karalamak istiyorum.
#4 Cenk Akyol: Onun hakkında söylenmesi gerekenleri Tanjevic milli takım kadrosunu açıkladığı gün zaten söylemişti. "Ben onun gelişimine devam etmesi için önerilerde bulunurken, o menajerlerini dinleyip daha çok paraya daha az süre almayı tercih etti." diye Cenk'e sitemde bulunmasının en büyük sebebi kuşkusuz Cenk'e dair yüksek beklentilerdi. SLAM dergisi için İbrahim Kutluay ile birlikte yaptırdığı çekimi ve Cenk'in İbo'nun veliahtı ilan edildiği o günleri hatırladıkça üzülmeden edemiyorum. Cenk, bütün kredisini tüketmesine rağmen 2010 kadrosuna dahil edildi; ama kritik maçlarda hiç süre almadığı turnuvada, as oyuncuların dinlendiği dakikaları doldurma görevini üstlendi.
#5 Sinan Güler: Bu turnuva boyunca kafamı kurcalayan bir soru var. Bu turnuvada milli takım seviyesinde Avrupa'nın en başarılısı olan millilerin çekirdeğini oluşturduğu Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker nasıl oluyor da yıllardır bırakın final four'u, son 16'ya kalmak için dahi ecel terleri döküyorlar. Sinan Güler özelinde bu sorunun yanıtı belli: Efes Pilsen'de dakika almıyor ki takıma katkı yapabilsin. Her zmaan bilinen savunma azminin yanında özellikle Fransa ve Slovenya maçlarındaki skor katkısını gören Ergin Ataman'ın başını taşlara vurduğuna eminim. Eski bir Beşiktaşlı olduğu için özel bir sempatimin de olduğu Sinan'ın milli takıma verdiği katkının bir benzerini bu yıl Efes'e de vermesini bekliyorum.
#6 Barış Ermiş: Engin Atsür'ün şanssız sakatlığının üstüne bedavadan gümüş madalya kazandığını düşünebilirsiniz; ama Barış'ın bu madalyayı kazanmasının arkasında çalışma azminin de önemli payı var. Turnuva boyunca o da Cenk gibi yalnızca "garbage time" da forma buldu; ama Efes'te gözden düşmesinin ardından yeniden çalışıp bu yıl Orhun Ene'nin çalıştırdığı Banvit'te yeniden kendini bulan Barış'ın çalışma azminin ve doğru insanla (Orhun Ene) çalışmasının karşılığını gümüş madalya olarak aldı. Bu arada 2006'da oyun kurucu olarak ilk beş başlayan bir Hakan Demirel vardı, n'oldu ona?
#7 Ömer Onan: Milli takıma pek çok yıldız kazandıran 1979 kuşağının önemli isimlerinden birisi de spikerimizin tabiriyle Ömerrrronan. Kendisine verilen bütün görevleri eksiksiz yerine getirdi. Önce Yunanistan maçında tamamen savunmaya odaklanıp kafası karışık Spanoulis'i sahadan sildi, sonrasında ciddiye almadığımız Porto Riko maçının ilk çeyreğinde dış şutlarıyla takımı maçta tuttu, Sırbistan maçında penetreleriyle faul çizgisine gelip kolay sayı buldu. Onsuz geçen turnuvalar için Tanjevic'e boşuna sitem etmediğimiz de böylece ortaya çıktı. Neyse ki hedef turnuvada Tanjevic bu hatasından döndü ve Ömer de verdiği emekle gümüş madalyayı sonuna kadar hak etti.
#8 Ersan İlyasova: Ersan bir 4 numara olarak her takımın sahip olmak isteyeceği türden bir oyuncu. Dış şut tehdidi, penetre üzerinden sayı bulabilmesinin yanında ribauntlara yaptığı katkıyla uzun forvetten bütün beklentilerinizi karşılıyor. Bir iki eksiğini de geliştirirse iki üç yıl içinde takımımızın en büyük yıldızı olması muhtemel görünüyor. Bu bir iki eksiğinden birisi fizik olarak Sırp ve ABD'li forvetlere göre zayıf kalması. Bunun üstesinden gelebileceğine inanıyorum; ama oyuncu olarak bir seviye atlayabilmesi için oyun görüşünü geliştirmesi ve pota altından daha kolay basketlere ulaşabilmesi gerekiyor. Ersan bu turnuvada büyük potansiyelinin sinyallerini 26 sayılık Yunanistan maçında herkese göstermeyi başardı. Canlı izlediğim bu performans için onun önünde bir kez daha şapkamı çıkarıyorum.
#9 Semih Erden: Milli takım tarihinin en değerli posteri yarışması açılır ve Semih Erden'in Sırbistan maçının son saniyesinde yaptığı blok aday olursa birinciliği kimseye kaptırmayacağına eminim. Bu bloğun yanında takıma savunmada ve skor üretiminde yaptığı katkıyla benim beklentilerimi en fazla aşan isim Semih Erden oldu. 2-1-2 savunmasının temel direği olarak zaman zaman Ömer Aşık'tan da daha iyi performans gösteren Semih'in sırıttığı tek karşılaşma final oldu. Seneye de NBA'de şansını deneyeceği için bu maç onun için önemli bir uyarı olmalı. Bir de Sinan Güler başlığındaki soruma geri dönmek istiyorum: "Bu adamlar Euroleague'de neredeydi?"
#10 Kerem Tunçeri: 1999 Eurobasket sırasındaki formuyla beklentileri oldukça yükseltmiş; ancak sonrasında ne milli takım, ne Efes Pilsen ne de Ülker formalarıyla bu beklentileri karşılayabilmişti. Sonrasında ona Galatasaray'da ilk defa sorumluluk veren Murat Didin Beşiktaş'ta ona bir kez daha güvendi ve onun güvenini boşa çıkartmayıp siyah-beyazlılara rüya gibi bir sezon yaşatan Kerem soluğu Real Madrid'de almıştı. Tanjeviç 2007 turnuvasında ona şans vermediği için herhalde pişman olmuştur. Neyse ki 1979 jenerasyonunun bir diğer ismi Ömer gibi o da hedef turnuvada unutulmadı ve oyun zekasıyla milli takımımıza büyük katkı verdi. Yetmedi, Sırbistan maçında el yakan son topu zarif bir turnikeyle potanın içine bırakıverdi. Tanjevic ile arasında bir sorun olmadığı da zaten finalin sonundaki kucaklaşmada belli oldu. Yakın arkadaşı Hido ile birlikte turnuvaya damga vuran isimdi.
#11 Oğuz Savaş: Milli takımın kaynağını oluşturan iki jenerasyondan 1987'lilere ait olan Oğuz, genç takımlarda önlerinde göründüğü Semih ve Ömer Aşık'ın ilerleyen yıllarda arkasında kaldı. 2'inci beşin bir parçası olarak görev aldığı dakikalarda görevini hakkıyla yerine getirdi. Özellikle Semih ve Oğuz'a yüksek posttan yaptığı bir kaç asist tadından yenmez güzellikteydi. Takımın faydalı bir parçası olarak uzun yıllar hizmet verecektir; ama ondan da ilerleyen yıllarda daha büyük katkılar bekliyoruz.
#12 Kerem Gönlüm: Takımın ağabeylerinden Kerem Gönlüm'ün verdiği katkı kesinlikle istatistik kağıdında yazanların ötesinde. Şampiyona öncesinde bir yıl basketbol oynamadığı için performansı hakkında şüpheler vardı, üstüne bir de Tanjevic'in onu 3 numara oynatma kararı eklenince soru işaretleri daha da fazla arttı. Bütün bunlara karşın Kerem Gönlüm yüreğini sahaya koymasını bildi, üç numaradan verdiği ribaunt katkısı ve hücumda sıkıştığımız dakikalarda sırtı dönük hücumuyla takımın nefes almasını sağlayan Kerem Gönlüm'e bu yürekten performansı için bir kez daha teşekkür etmemiz gerekiyor.
#13 Ender Arslan: Hazırlık maçlarında sakatlığı nedeniyle kötü bir performans sergileyen Ender, Engin'in sakatlanması nedeniyle Kerem Tunçeri'yi tek başına yedeklemek zorunda kalınca bizlerde bir tedirginlik oluşmuştu işin açıkçası. Bazen 20 saniye boyunca topu sektirmesi nedeniyle sinirlerimizi bozsa da, sonunda 9 metreden attığı üçlükler, penetrelerden bulduğu kolay sayılar ve özellikle Sırbistan karşısındaki iyi performansıyla geçer not almayı başardı. Özellikle rakiplerin yedek oyun kurucularına oranla oldukça ağır bastığı da bir gerçek. Ayrıca yüzüne bakınca inanasımız gelmiyor; ama o da artık takımın ağabeylerinden biri.
#14 Ömer Aşık: Zayıf pota altı olan rakiplere karşı (ki buna Sırbistan ve ABD hariç her takımı ekleyebiliriz) vurduğu smaçlarla "Türkler uçuyor" reklamına pek çok kez selam gönderdi Ömer Aşık. Kerem Tunçeri ve Hidayet gibi oyun bilgisi üst düzey oyuncularla beraber oynadığında skora ne kadar çok katkı verdiğini gördük, buradan onu yıllarca Solomon gibi kendine oynayan bir oyun kurucuya mahkum eden Fenerbahçe yönetimini de anmadan geçmemek lazım. Ömer'in de post-up oyununu geliştirmesi gerektiği bir gerçek (faul konusuna ise hiç girmiyorum). ABD maçında Rudy Gay'e karşı bile zorlanan Ömer'in NBA'de kalıcı olmak için fiziğini de biraz geliştirmesi gerekiyor. Şimdilik bunları kafaya takmayıp gümüş madalyanın keyfini çıkarmak da sonuna kadar hakkı.
#15 Hidayet Türkoğlu: "Bu adamın kaptan olduğu günleri de gördük ya" diyerek yazıya başlamak istiyorum. Kafayı sarıya boyadığı, Mirsad'la kavga ettiği günler dün gibi aklımızda. Tabii 2001'de Almanya'yı tek başına yıktığı maç da. O maçtan bugüne herkes Hidayet'in milli takıma Nowitzki, Gasol ayarında bir katkı yapmasını bekliyordu. Beklentiler de en fazla skor yönünde yoğunlaşıyor; ama Hidayet bu beklentileri karşılayamadıkça strese giriyor, strese girdikçe de milli takımdaki verimi düşüyordu. 2001'deki gümüş madalyanın ardından beyhude geçen yıllarda Hido'nun aklı ancak 2008'de başına geldi ve o sezon NBA'de gösterdiği performansla NBA'in en çok gelişim gösteren oyuncusu ödülünü aldı. O artık mental olarak çok daha olgun bir oyuncu ve yıllardır kendisinden beklenenleri bu yıl skor atmak yerine takımı oynatarak karşılamayı başardı. Teşekkürler Hido, her ne kadar senin potansiyelinin bir Nowitzki, bir Gasol ayarında olduğuna hep inansam da, geç de olsa basketbola daha çok yoğunlaşıp bize güzel anılar bıraktığın için teşekkürler.
Yazın sonunda 12 Dev Adam'ın önünde son kez saygıyla eğilirken, onlardan bir de ricam olacak. Bu takım umarım 2001'deki turnuvadan sonra olduğu gibi kendi evimizdeki büyük başarının ardından turnuvalarda yok olmaz ve başta 2012 olimpiyatları olmak üzere katılabildiği kadar çok turnuvaya katılıp, kazanabildiği kadar madalyayı kazanmayı başarır. İlk hedef Litvanya 2011, yürümeye devam arkadaşlar!