

Dinamo Bükreş maçı hakkında yazmaya vakit bulamadım. 2-3 gündür eve sadece uyumak için uğruyorum. Zaten maçı dışarda izlemek zournda kaldığımız ve maç sırasında 7-8 elektrik kesintisine kurban gittiğimiz için maçı da bölük pörçük izleyebildim. Keita’nın ne kadar harika bir futbolcu olduğunu, Sabri’yle beraber sağ kanadı harika kullandıklarını, takımda arkadaşlığın ve morallerin üst seviyede olduğunu (bkz. Barış’ın şutu) söyleyebiliriz bu maçın ardından.
Ankaragücü maçının ardından “rüya bitti” demiştim ve beni haksız çıkardıkları için Rijkaard’a, ekibine ve futbolcularına ne kadar minettarım, bilemezsiniz. Ama orta sahamızın kapasitesi hakkındaki sözlerimin şu an için hala arkasındayım. Umarım yine haksız çıkarırlar beni.
Dinamo Bükreş maçı için beni en çok mutlu eden şeylerden birisi de maç sonrası gerçekleşti. Rijkaard’a Hıncal Uluç’un “Go Home” yazısı sorulduğunda “I hope that home will be, for many years, Galatasaray.” cevabını verdi. En büyük dileğimiz bu.
Yarın bizim için çok önemli bir maç var. Geçen seneki gibi “bu sene olacak galiba...” diyoruz, ama hiçbir Galatasaraylı takımından yüzde yüz emin değil. Malum, Kadıköy bu. Sanki sadece Fenerbahçe’yi değil, bazı metafizik engelleri de yenmek gerekiyor! İddaa’nın net favorisi 1.80 ile Fenerbahçe. Galatasaray galibiyeti 3.00.
Tugay Kerimoğlu ayrıldığından beri Kadıköy’de galibiyetimiz yok, dile kolay! Bu sezon tarihimizin en kaliteli kadrosuna sahibiz. Buna rağmen galibiyete kesin gözüyle bakamıyoruz. Ama bu sene, bu maçı istiyoruz.
Sonbahar'ı çekilir kılan nadir günlerden biri daha... Dostlarla toplanma sebebi, yorgun kafaları dinlendirmenin en iyi yollarından biri, sınav çıkışlarının değişmez eğlencesi, biranın yanındaki en güzel çerez...
Sevgili blog yazarlarımızın ifadelerini almaya en kısa zamanda başlayacağım. Ayrıca PES 6'dan bu yana devam eden ikişerden maç geleneğimizi bol bol devam ettirebilmek, nice 10-0'lar görebilmek dileğiyle, yeni sezon kutlu olsun :) .
Bu arada Cristiano Ronaldo ve Steven Gerrard gibi isimleri sağ bekte oynatmak isteyen teknik dehaları üzecek bir haberim var :) . Artık bir oyuncuyu pozisyonu olmayan bir yerde oynatınca overall ability'leri düşüyormuş. Doruk Tuğcu'nun bundan sonraki yaratıcı 11'lerini çok merak ediyorum :) .
Son yıllarda bize yarayan tek milli maç arası buydu sanırım. Maça harika başladık gerçekten. İlk yarım saatte 3-4 net pozisyona girmeyi başardı takım. Ama elimizdeki maçı bu kadar riske atmak çok sinir bozucuydu.
Keita’dan başlayayım. Adam tek kelimeyle müthiş. Maç boyunca geriye geliyor, top kovalıyor, topu aldığında ileri taşıyor. En önemlisi de, harika ortalar yapıyor. Takımın gol atma yöntemi öncelikli olarak kanatlardan arka direğe yapılan ortalara dayanıyor. Keita bugün sağdan ortalarda çok başarılıydı. Durum böyle olunca Kewell klasiği golleri görme şansımız daha da artıyor. Keita takımın en büyük kazancı gibi görünüyor bu sezon.
Maçın Galatasaray adına yıldızlarından biri de Sabri’ydi. Sabri iyi maçlar çıkardı, kötü oynadığı da oldu. Bizleri delirtti zaman zaman. Ama bugüne kadar oynadığı en harika maçtı bu bence. Keita’yı harika tamamladı. Adamlarda nasıl ciğer var, anlayamadım. Sağ kanat piston gibiydi, bir ileri bir geri vızır vızır koştular. Hele Sabri maçın sonlarına kadar zaman zaman deparlara kalktı.
Zaman zaman savunmamız delik deşik oluyor. Rijkaard’ın defansı öne çıkarıp ofsayt taktiği uygulama sevdası Ankaragücü, Panathinaikos ve Sturm Graz maçlarında bana kalp krizi geçirtecekti. Yediğimiz üçüncü golde sağ kanadımızdaki oyuncu –sanırım Sabri’ydi- ofsaytı bozup gole davetiyeyi çıkardı. Ayrıca ofsayt taktiğinin hakem hatası gibi başka bir boyutu da var. Eğer bu kadar öne çıkmış bir defansla, aradan atılan bu topları kaçırırsak, Fenerbahçe maçında çok başımız ağrır.
Colman’ın attığı ilk golde Ayhan’ın büyük hatası var. Gereksiz hareketlerle topu çok kötü yerde kaptırdı. Buna ek olarak, Rijkaard’ın, savunmamıza, önünde yayla gibi bir boşluk kalan Colman’a neden basılmadığını sorması lazım.
Aklıma gelen başka bir facia da Mustafa’nın Serkan’a kafayla attığı müthiş ara pas! O nasıl bir hatadır öyle?
Tamam, savunmamız kötü. Ve önde kurduğumuz savunma çizgisi bazen başımıza iş açabiliyor. Ama bizim için sıkıntılı dönemler genellikle maçların ikinci yarısında ortaya çıkıyor. Çünkü savunmanın açıkları, orta saha oyundan düştüğünde ortaya çıkıyor. Ortadaki ikilinin ileri çıkarken yaptıkları pas hataları, kaptırdıkları toplar, aradan kaçırdıkları top ve adamlar... Rijkaard’ın da söylediği gibi, savunma daha ilerden başlıyor. Daha doğrusu başlamıyor, ama başlamalı. Kısacası takımdaki problemin başrolünü orta saha oynuyor. Savunma da bunları telafi edebilecek kalitede değil. Tüm bunların farkında olan bir teknik heyetimizin olması çok güzel. Umarım çözümde de tespitleri kadar başarılı olurlar.
Son olarak, maç başında tribünlerde çok güzel pankartlar gördük. Bir örneği “Dalkavukların yazdıklarına bakma, tribün her zaman arkanda.” yazılı pankart idi. Taraftarda çok hoşuma giden bir destek havası var. İnternetten takip edebildiğim kadarıyla her kesimden taraftar Frank Rijkaard’a, yardımcılarına, oyunculara, yönetime çok güveniyor. “Dalkavuklar” taraftarları galeyana getirme konusunda çok etkilidir. Tıpkı Skibbe’nin gönderilmesinde olduğu gibi. Çünkü ne olursa olsun, istikrarlı olmak adına, Skibbe ile sezon sonuna kadar ne olacağını görmek gerekirdi. Şu anda böyle yıpratmalara karşı dirençli gözüken bir taraftar var. Umarım hep böyle devam ederiz.
Atılan bir golden sonra dünya futboluna damgasını vurmuş bu adamların, kulübeden fırlayıp Galatasaray için sevindiklerini görmek muhteşem bir şey.
Çok önemli üç maçın biri geride kaldı. Haftaya Kadıköy için en az geçen seneki kadar umutluyuz şimdi. Zor, ama iki dileğimiz var... Başarılar, aslan parçaları :)
Bu noktada filmin konusundan biraz bahsedelim. Bonbon renkli kıyafetlerle müzikallerde oynama hayali kuran (yukarıdaki fotoğraf bu hayal sahnesinden) ve her Godard kadını gibi eline ev işi yakışmayan (akşam yemeğini yakar) 60'lar kadını Angela'nın (Anna Karina) gerçek hayattaki beklentisi ise bir çocuk sahibi olmaktır; ancak sevgilisi Emile buna pek yanaşmamaktadır (neden olduğunu inanın bilmiyorum!). Bu işe oldukça(!) gönüllü olan Alfred'in işleri karıştırmasıyla hikaye bir aşk üçgeni halini alır (üçgeni de aşağıdaki resme çizebilirsiniz).
Film bu anlatılan hikayeden çok daha fazlasını seyirciye vaat ediyor. Alışılmışın dışında ses ve görüntü kurgularının yanında umursamaz aşıkların (Angela ve Emile) davranışları da seyirciye oldukça değişik ve yenilikçi sahneler izlettiriyor. Bu birbirine aşık ikili sürekli eften püften konular üzerine tartışmalara giriyorlar. Tartışmaya girmeden önce seyirciyi selamlamayı(!) ihmal etmeyen ikilinin Angela'nın r'leri telaffuz etmesi üzerine yaşanan tartışması, diş fırçalarken çıkarılan seslerle sonlanan başka bir tartışmaya ön ayak oluyor. Gece konuşmak yerine kitapların başlıklarını göstererek yapılan tartışmalar ise bu garip sahnelerin doruk noktasını oluşturuyor. Bütün küçük tartışmalara karşın ikilinin aslında birbirlerini sevdikleri gerçeği de sürekli vurgulanıyor. Filmin içinde varoluşçu göndermelerden (Angela'nın "Ya ben? Neyim ben?" sorusu) tiyatro senaryolarının monologlarına, hatta radyoda Real Madrid-Barcelona maçının anlatımına kadar geniş bir çerçeve içeren senaryo, bir ses, renk ve kurgu cümbüşünün içinde seyirciyi kendine çekmeyi başarıyor.
Bir Godard filminin filmi yorumlayan kişide yarattığı hissiyat her zaman bir şeylerin eksik anlatıldğına dair bir kaygı. Burada yardıma koşan da yine filmin içinde geçen ve filmi özetleyen bir replik: " Komedi mi trajedi mi bilmiyorum ama bir şaheser". Yine de yeni dalga filmlerini izlemeye başlayacakların öncelikle siyah beyaz olan filmleri tercih etmesi gerektiğine inanıyorum. (Fotoğraflara kanmayın, film renkli) Ayrıca filmde bir kitapçıya giden ve kendisine tavsiye edilen 'Uyuyan Güzel' kitabını "Daha seksi bir şeyler yok mu?" diyerek reddeden küçük çocuğun da bizzat Godard'ın çocukluğunu yansıttığına inanıyorum.
Her sene bu haftalarda bizim gibi arızalı insanların bayram ettiği 2-3 gün vardır. Bu günlerin birinde birinde Pro Evolution Soccer kutlanır, diğeri belki FIFA'dır. En büyük bayram günü ise Football Manager'ın çıktığı gündür hiç şüphesiz.
Ve işte o büyük gün! Football Manager 2010 bugünün ilk saatlerinde çıktı ve Steam'den indirilebilir durumda. Steam şu an için en güvenli yol oyunu temin edebilmek için. Download hızları çok parlak değildir Steam'de böyle oyunlar çıktığı zaman. Ama aşırı düşük hızlar olacağını da sanmıyorum.
Malesef 2-3 hafta kadar oyuna elimi sürebileceğimi sanmıyorum. Okul, iş, sınavlar... Hepsini yoluna koymak için biraz zamana ihtiyacım var. Ama yine "Aman boşver okulu, sınavı..." diye koyverip, oyunu oynarsam bir inceleme yazısı yazabilirim.
Şimdilik sizleri screenshotlarla başbaşa bırakacağım. Screnshotlar http://www.galatasaraysozluk.com/ 'daki entrylerden alınmıştır. Haliyle Galatasaraylı oyuncuların profilleri bunlar. Arda, Kewell ve Elano'ya dikkat... Bu adamları görüp de oyunu oynayamamak nasıl koyuyor, anlatamam. Oynama şansına sahip herkese iyi, mutlu, huzurlu ve uykusuz geceler diliyorum efendim. Saldırın!
Düzeltme: Efendim, oyunun tam versiyonu Steam'e konmasına rağmen oyun 30 Ekim'de aktif hale gelecekmiş. Bunun yanında ücretsiz demo versiyonunu indirip 6-7 ay (oyun içi) oynayabiliyorsunuz. 6-7 ay geçince oyununuz kaydediliyor ve oyunun tam versiyonu çıktığında kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.