10 Mayıs 2010 Pazartesi

Festen - Aileye Provakatif Bir Bakış


Masada kaşık tutan bir ele ve bir bardağa yapılan bir yakın çekim. Birazdan kaşıkla bardağa vurulduğunda oluşacak gerilim bir aile yemeğine uymayacak cinsten. Ayağa kalkan konuşmacı kadehini kaldırırken, doğum günü sahibi olan babasını tek bir cümleyle kutluyor: "Bir katilin şerefine". Bu kadeh kaldırma repliğini de bir aile yemeğinde duymaya, öyle sanıyorum ki, alışık değiliz. Dogme 95'in manifesto filmi olarak nitelenen Festen, belli ki izleyicinin zihninde aileyi yeniden tartışmaya açmak niyetinde.

Festen, büyük bütçeli stüdyo yapımlarının sinemaya bir tehdit yaratmaya başladığına inanan ve bu nedenle stüdyo sinemasına, yani ana akım Hollywood sinemasına bir karşı duruş sergileyen Danimarkalı genç bir ekibin manifestosu olan Dogme95'i dünyaya tanıtan film. Danimarka'da yeni bir sinema akımı yaratan bu ekibin en meşhur üyesi şüphesiz Lars von Trier; ancak Festen'in 1998 Cannes Film Festivali'ndeki gösterimi yönetmen Thomas Vinterberg'in tanınmasını ve bu akımın ses getirmesini sağlamıştı. Dogme95 kurallarından biri de jeneriklerde yönetmenin isminin gözükmemesidir; ancak Vinterberg'in filmdeki varlığı kibirli kamerası sayesinde kolayca hissediliyor.


Dogme95'in bu filme damga vuran kuralı ise hiç şüphesiz el kamerasının kullanımı. Stüdyo dışında yapılan çekimlerin oluşturduğu gerçekçilik hissi, el kamerasının kullanımıyla iyice destekleniyor. Öyle ki, bir noktada seyirci bu ailenin çöküşünü içeriden birinin gizli kamerayle çektiğine dahi inanabilir. Özellikle Michael ile karısının kavga ettiği sahnede, el kamerası sayesinde duyguların gelgitini çok net biçimde gözlemleyebiliyoruz. Düzgün durmayan çerçeve ve dar açılara sıkışan insan suratları sayesinde gerilim film boyunca azalmıyor. Titrek kamera ve keskin geçişlerin son derece iyi kurgulanması da filmi taçlandırıyor. Son dönem Avrupa sinemasında el ve omuz kamerasının sık sık kullanılmasının bir nedeni de Dogme95 takipçilerinin bu ısrarı ve başarısı kuşkusuz. Lars von Trier'in Karanlıkta Dans ile 2000 yılında Cannes'da Altın Palmiye kazanması, Avrupa Sinemasında yeni bir akıma dahi yol açmış olabilir.

Filmi teknik açıdan incelerken, Dogme95 manifestosunun bütün maddelerine uyulduğunu görüyoruz; ancak filmi daha değerli kılan, Danimarka'daki Yeni Sinemacılar'ın vazgeçemedeği provakasyon unusurunun bütün filme yayılmış olması. Belli ki Dogmacılar, Statik devlet ve toplum yapısına sahip olan İskandinav ülkelerinde, bir sanatçının kendini ifade edebilmesi için provakatif işlere ciddi anlamda ihtiyacı olduğuna inanıyorlar. Özellikle burjuva toplum düzenini, aile yapısını, farklı kimliklere saygı duymanın gerekliliğini tartışamyı pek de gerekli görmeyen Batı Avrupa toplumunda, beklenmedik anda surata inen bir tokat etkisi yaratacak bir film Festen ve başarısının sırrı da bu tokadın etkisinde yatıyor.


Festen, yüzyıllar süren değişimlere karşın ataerkil düzenin aşılamadığı (bu ataerkil düzenin bir yansımasını da masonluğun devam ettirilmesinde görebiliriz) bir ailede, iktidarın sahibi olan aile babası Helge'nin 60. doğumgünü için bütün ailenin toplandığı bir yemekte yaşananları anlatıyor. Filmin başında, ailenin sorunlu kişiliğinin yaşayan 3 kardeşten biri olan Michael olduğuna inanıyoruz, zira davetli listesinde Michael'in adı yok, abartılı hareketlerinyle dikkat çekiyor, kız kardeşinin cenazesine gelmemiş ve şiddet uygulamakatan kaçınmıyor. Kurallarla birlikte fevkalade işleyen bir ailenin çürük dişi sanki. Film, Michael'in ön plana alınmasıyla, yemeğe kadar ailenin sorunlarını çok iyi gizlemeyi başarıyor; ancak çok geçmeden faşizm, ensest, delilik, intihar vakalarıyla burjuva ailenin eteğindeki kirli taşlar dökülecek. Bu da iyi planlamış bir senaryonun varlığının kanıtı.


Filmin merkezinde ise, zamanında ikiz kardeşiyle birlikte babası tarafından tecavüze uğrayan ve ikiz kardeşi bu acıya katlanamadığı için intihar eden Christian'ın, babasıyla hesaplaşması var. Christian'ın amacı, evdeki iktidar sahibi olan babasını tasfiye edip aydınlığa kavuşmak. Aile içinde Christian bu gerçekleri açıkladığında, aile, muhafazakar yapısı gereği mevcut iktidarı koruyup, Christian'ı cezalandırmayı deniyor; ancak Pandora'nın kutusu açıldıktan sonra ailenin çöküşünün önü alınamıyor. Bu noktadan sonra ailenin devamı için tek çözüm, babanın iktidarının elinden alınması. Bu karanlık filmin sonunda babanın iktidarını kaybetmesi, umudun varlığını ortaya koyuyor. Işık kullanımı da bu geçişlerin yansıtılmasında oldukça başarılı. Yazının sonunda gereksiz bir soru sorarak Festen'e dair görüşlerimi noktalıyorum: Eğer Christian sarı zarfı okusaydı, bu olayların hepsi tarihe mi gömülecekti?

Hiç yorum yok: