10 Mayıs 2010 Pazartesi

Haftanın Notları #9


Uzun bir zamandır ara verdiğim Haftanın Notları'na özel bir hafta sayesinde yeniden dönüş yaptım. Haftanın özel olmasının nedenine gelince: Çarşamba günü dünyanın en prestijli film festivali olan Cannes Film Festivali başlıyor. Özellikle Berlin ve Venedik gibi diğer büyük festivallerin etkisinin azaldığı bugünlerde Cannes Film Festivali, önümüzdeki yıl sinemada tartışılacakların bir numaralı belirleyicisi konumunda. Yarışmaya katılmaya hak kazanan bütün filmler önümüzdeki dönemde konuşulacaktır; ancak ben şimdiden Doug Liman'ın Fair Game, Kiarostami'nin Certified Copy ve Mike Leigh'nin Another Year filmlerini beklemeye başladım. Aday yönetmenlere baktığımda ise, altın palmiye ödülünün 5 yıllık aranın ardından Avrupa dışından bir yönetmene gitmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl en iyi film ödülünü alan Das Weisse Band ve Grand Prix ödülünün sahibi Un Prophete filmleri, sinemaseverleri fazlasıyla tatmin eden yapımlardı. Bakalım bu yıl Tim Burton'un başkanlığındaki jürinin seçimleri nasıl karşılanacak.


Temsilcilerimiz Efes Pilsen ve Fenerbahçe'nin sönük performansları nedeniyle Euroleague'e olan ilgi de biraz düştü açıkçası, bu nedenle sezon içinde yer vermeyi fazlasıyla ihmal ettiğimiz organizasyonlardan biri oldu. Geçtiğimiz haftasonu oynanan Final Four'da gülen taraf ise sezonun büyük favorisi Barcelona oldu. Navarro ve Rubio'nun önderliğinde sezonu mutlu sonla tamamlayan Barcelona'da genç koç Pascual'ın da hakkını vermek gerekiyor. Oldukça kısa vadede oluşturduğu bu başarıya aç takımı sezon sonuna kadar formda tuttu ve sürprizlere izin vermeyerek kupaya ulaşmasını bildi. Sezonun en büyük alkışını hak eden takım ise kuşkusuz Partizan'dı. Altyapı profesörü Dusko Vujosevic'in önderliğinde ve taraftarının inanılmaz desteğiyle, mütevazi bütçelerine karşın final-four oynamasını bildiler. Bununla da yetinmeyip Final Four'da oynadıkları iki maçı da uzatmalara götürdüler. Bence Barcelona ile birlikte sezonun en büyük alkşını almayı hak ediyorlar.


Haftanın notlarında son sırayı yazılarına uzun bir ara verdiğim tenis alıyor. Yukarıda gördüğünüz fotoğraf çekilen bir Porsche reklamı değil. Justine Henin, favori zemini olan toprakta sezonun ilk turnuva şampiyonluğuna bir hafta önce Stuttgart'da ulaştı ve Roland Garros öncesi rakiplerine önemli bir mesaj verdi. Serena Williams'ın sakatlık sonrası formsuz oluşunu da hesaba kattığımızda, Henin için geri dönüşünü taçlandıracak bir Roland Garros zaferi ufukta görünüyor. Jelena Jankovic de toprakta oynanan iki turnuvada iki final gördü ve geri dönüş için olumlu sinyaller verdi.

Erkekler tarafına baktığımızda ise olumsuz sinyaller veren bir isim var, o da Roger Federer. Onun Grand Slam'ler haricindeki turnuvalarda ciddi konsantrasyon kaybı yaşadığını biliyorduk; ancak bu kadar formsuz olması gerçekten düşündürücü. Öte yandan toprak kortların efendisi Nadal gösterdiği iyi performans sonrası Roland Garros'yu iple çekiyor. Ve tabii pek çok yeni hikaye görmek isteyen tenisseverler de Nadal ile birlikte ipin bir ucundan tutmuş durumda.

Hiç yorum yok: