16 Mayıs 2010 Pazar

Hay UEFA Kupası Kadar...


On sene olmuş, dile kolay. Hiç unutmuyorum o geceyi, unutmayacağım da. Çok maç izledim, izlerken çok sinirlendim, çok üzüldüm, ama öyle bir duyguyu hiç yaşamamıştım. Bir maçı izlerken tir tir titrediğimi, gözlerimden yaşlar aktığını hiç hatırlamıyorum.

Ama bu yarın sağda solda görebileceğiniz 17 Mayıs'ı anma yazılarından birisi olmayacak. Çünkü öyle bir hale getirdik ki bu 17 Mayıs işini, bu anma günü gurur duyulacak bir şey olmaktan çıkıp bizi iyice küçültmeye başlayan bir leke olma yoluna girdi. Artık bu işe bir son vermenin vakti geldi diye düşünüyorum.

Elimizde çöpe giden bir 10 sene var. Bunun suçlularını sıralamanın bir anlamı yok burada. Yöneticisinden, futbolcusundan girer, medyasından, teknik direktöründen çıkarsınız bir başlasanız. Bu sorunlar arasında şimdi bile başımızı yemekte olan gruplaşma ve "abi" oyuncu sorunları mevcut. Neyse, onlar apayrı bir mevzu zaten...

Bu sene Store'un çıkardığı t-shirt'ü görüyorsunuz, "Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu!". Aşağıda da dalga geçer gibi 10 yazıyor. 10 senede düzenli Şampiyonlar Ligi katılımı sağlanacağına, en azından gruplardan çıkan, Avrupa'da saygı gören bir takım yaratılacağına, Bayer Leverkusen ve Tromsö faciaları yaşadık.

Bosman kuralını 6 aydan 18 aya kadar esneten Emre ve Okan'ı Inter'e kaptırdık. "Sen bizim evladımızsın, bas imzayı" sistemiyle yönetildik ve buna rağmen Avrupa'da başarı kazandık 2000 ve 2001'de. Lucescu sağolsun, her şey daha da iyi oluyor gibiydi. O amatörce yönetilen takım, kim bilir 10 sene sonra nasıl profesyonel bir hal alacaktı? Ama biz ne yaptık? Franck Ribery skandalını patlattık.

O 10 senede dışarıya sürekli oyuncu ihraç eden, dışarıdan kaliteli oyuncular getiren ve kaliteli oyuncu yetiştiren bir kulüp olmak yerine, seneler önce gönderdiğimiz, Avrupa'da hiçbir varlık gösteremeyen eskilerimizi geri topladık.

O 10 senede, adam gibi, modern ve görkemli bir mabede kavuşacakken, kedinin ciğerle oynadığı gibi, Ali Sami Yen'den çıkarılıp, şehrin bilmemkaç saat dışında, rüzgar yemekten serseme döndüğümüz bir yere gönderildik, Sami Yen yeniden yapılacak diye. Ve bir sene sonra, bir sene daha yaşlanmış eski mabedimize geri döndük.

O 10 senede yapılanlar Sinyor Terim'den Felipe'ye, Hakan Şükür'den, "alemci" ilan edilen Ümit Karan'a kadar devam eder gider... 10 senede olmaz denilen ne varsa oldu bu takımda. Fetullah Gülen'in bile adı takıma karıştırıldı. Sonuç olarak şunu söyleyeyim, bu 10 sene Galatasaray'ın gururu değil utancı olmuştur. Şu 17 Mayıs'ı kutlamayı bırakıp, akla gelince tebessüm edilen bir başarı olarak hatırlamak en iyisi artık.

Bu arada Turkcell Super Lig kepenklerimizi de indirdiğimizden beri yazı yazmadım. Gerek gelecek kaygıları, gerek stres, gerek boş zamanlarda daha rahatlatıcı işlerle uğraşmayı tercih etmem sebebiyle bir hayli boşladım blogu. Bu sürede blogu boş bırakmayan (özellikle müthiş Dünya Kupası dosyamızla) Yaz Helvasına ve kaplan kuzenine buradan teşekkür etmiş olayım.

Bir ay kadar daha çok ortalarda gözükmem diye tahmin ediyorum. Ama kapsamlı bir Galatasaray değerlendirmesi de yazmak istiyorum. Arada sırada onları karalarım buraya. Bunlar en başta teknik kadro değerlendirmesi, devre arası transferleri, geçmişten tecrübe ettiğimiz teknik direktör değişikliklerinin bize ne getirdiği hakkında olacak. Rijkaard & Neeskens hayranlığım aynen devam yani...

Bunun yanında Sportif Cümleler'den ve Burak Eren'in formspring'inden öğrendiğim kadarıyla takımda kapsamlı bir yerli harekatı olacak. İsmi geçen oyuncular hakkında sağdan soldan duyduklarımı, izlediklerimi de burada yazacağım transfer dedikoduları başladıkça. Şimdilik kaçayım ve bir ay daha "ya sabır" çekmeye devam edeyim...

Hiç yorum yok: