7 Şubat 2010 Pazar

Benim Sinemalarım - Füruzan


"Benim Sinemalarım değil elbet" diye düşündü Nesibe.


Dönem arasında kendime kitap seçmek amacıyla uğradığım Dost Kitabevi'nde, Füruzan'ın huzur veren dilinin çekiciliğine kendimi kaptırıp Benim Sinemalarım kitabına yöneldim. Kitabın kapağında sarı fon üzerinde Marilyn Monroe'nun işveli bakan gözlerini ve ve dudak üstü benin de görünce, bu kitabı almamak imkansız hale geldi. Böylece bir hafta boyunca Füruzan'la İstanbul'un kenar semtlerinde yaptığım yolculuk da başlamış oldu.


Kapak resmi, esasında sinema ile bozulan gerçeklik algımıza bir gönderme niteliği taşıyor. Godard'ın da bir mektubunda "hayatımızdan kaçmak için aşmamız gereken duvar" olarak tanımladığı sinema, "Benim Sinemalarım" öyküsünün merkezindeki Nesibe için de benzer bir şekilde tanımlanıyor. Yoksulluğu ve bu zorlu hayatın ailesinde oluşturduğu sevgi yoksunluğunu unutmak adına sinemalara giden Nesibe, evinden kaçıp Beyoğlu'nun "onun olmayan" sinemalarını gördüğünde, sınıf farkının kimi zaman hayaller kurmasını dahi engellediğini fark ediyor.


Kitap, Benim Sinemalarım isimli öykünün yanında Temizlik Kolu, Seyyid, Bir Evin Dıştan Görünüşü, Günübirlik Adada ve Kış Gelmeden isimli toplam 6 hikayeden oluşuyor. İstanbul'un işçi sınıfına mensup insanlarının, ailelerinin niye yaşadıklarını bilmedikleri; ancak yaşamak zorunda olmanın kavgasını verdikleri hikayeler. Bu hüzne bulanmış, bir yanı eksik kalmış hikayelerin paylaştığı hissiyat ise yitirilmişe veya yakında yitirilecek olana özlem. Bir diğer deyişle, ezilen sınıfın zincirleri nedeniyle neleri kaybettiklerini görmekteyiz.


Benim Sinemalarım'da Nesibe saf bir sevgi duyduğu erkekle birlikte olma, bir hayat kurma şansını boynuna asılan yük olan namus kavramına feda ediyor. Temizlik Kolu'nda göçmen büyükanne yitirdiği evlatlarını unutamazken, Seyyid bir gün sonra Almanya'ya işçi olarak gidecek olan ağabeyinin yokluğuna, gurbete geldiği İstanbul'da alışmak zorunda. Bir Evin Dıştan Görünüşü, memuriyetin getirdiği atalet ve yerinde sayma yüzünden yitirilen yıllara yorgun bir bakışı içeriyor, Ada'da hizmetçilik yapan Cennet kenar semtlerdeki evine ve ona ziyarete gelemeyen annesine hasret. Yitirilmişlik duygusu, gurbet ve yalnızlıkla iç içe geçmiş olarak yansıtılıyor ve böylece okuyucunun ana karakterlerle özdeşlik kurması da kolaylaşıyor.


Öykülerin pek çoğunda, kendilerine sunulanla yetinmek istemeyen, ailenin tutucu yapısı içinde kendini ifade edemeyen bireyler çözümü kaçışta arıyor. Bu umuda yolculuk öykülerinin ucu açık bırakılmış; ancak karakterlerin bugüne kadar yaşadıklarının, bundan sonra yaşayacaklarının teminatı olduğunu bilenler için tünelin ucunda ışık da gözükmüyor. Öyküler içinde ışığı gördüğümüz anlar, saf bir anlatımla sunulan çocuklar. Ana karakterler de genellikle 10'lu yaşlarında, çocukluk ile yetişkinlik arasında sıkışmış durumdalar. Birçoğunun saf çocukluk aşkları, objelerin onlara hatırlattığı esas çocukluk çağlarına dair özlemleri var. Büyüklerin dünyasına girdikleri vakit, sarı kanatlı kelebeklere benzeyen bu hayaller de parçalanıyor. Büyüklerin dünyasını temsil eden ise aileler. Aileler, yoksulluğun pençesinde gün be gün eriyen anne babalardan oluşuyor. Dış dünyadan korkan, risk almak istemeyen ailelerin, ki bazen bu aileler ebeveynlerin ölümleri ardından küçük kardeşlerini sahiplenen ağabey ve ablalardan oluşuyor, çocuklarını ihtiyaç duydukları dayanışma ve sevgiden yoksun bırakmaları onarılması mümkün olmayan yaralar açıyor.


Öykülerin düşünsel ve dilsel zenginliği, anın durduğu hissine kapıldığımız betimlemelerle birleşince, öyküleri okurken muhtemel filmlerini kafamızda canlandırmamız da oldukça kolaylaşıyor. Benim Sinemalarım öyküsü zaten 1990 yılında beyazperdeye aktarılmış, diğer öyküler de rahatlıkla senaryolaştırılabilir, sanıyorum beni Füruzan'ın öykülerine çeken en önemli unsur da bu. Kitabı okuduğum anlarda aklımdan çıkmayan bir Sezen Aksu şarkısı olan İstanbul Hatırası'nın bir mısrası da, bu kaybetmeye mahkum karakterlerin ortak özlemlerini yineliyor: "Bir hayat daha olmalı"

Hiç yorum yok: