22 Şubat 2010 Pazartesi

Beşiktaş 1-1 Galatasaray: İpler elden kaçtı


Beşiktaş açısından sezonun en belirleyici maçlarından biri oynanacaktı dün akşam İnönü'de. Bu sezon kendi evinde oynanacak son derbide yeni lider Galatasaray'ı ağırlayacak olan Beşiktaş, yukarılara tırmanmak için sahadaydı. Kafalardaki soru ise, Beşiktaş'ın, Mustafa Denizli'nin hafta içi takıma biçtiği "tayin edicilik" rolünü nasıl oynayacağıydı? Bu sorunun cevabını almak için en güzel adres de İnönü stadı olacağı için, çarşamba günü yeni açık biletimi alıp, cumartesi akşamı Fatih Ekspresi'ne binerek yola koyuldum.

Perşembe günü Galatasaray'ın A.Madrid ile oynaması ve maçın erken bir haftaya denk gelmiş olması nedeniyle derbi için yeterli konsantrasyon sağlanamamıştı. Trene benimle birlikte Ankara'dan binen siyah beyazlıları gördükten ve Haydarpaşa'da deniz kokusunu içime çektikten sonra bu sorunu kendi adıma halletmiş oldum.Vakit geçirmek için gittiğim İstiklal Caddesi'nde, blogda sık sık kaynak gösterdiğim Champions dergisinin son sayısını aldım ve içinde İnönü Stadyumu ve Beşiktaş ile ilgili bir sayfalık haberi görünce heyecanım daha da arttı. 132 desibellik ses rekorumuz bu ayki Champions sayısıyla resmi kayıtlara geçmiş oldu, hem de bu ses seviyesinin 90 metre uzağınızda bir Boeing 747 havalanırken duyacağınız ses seviyesine denk geldiğini öğrenmiş oldum. If İstanbul film festivalinde gösterilen bir filme girip ara verdiğim derbi heyecanına yeniden kavuşmak için de saat 4 sularında Beşiktaş Çarşısı'nın yolunu tuttum.

Kazan çevresinde boş bira şişelerinin çokluğu tribünün bugünkü performansının çok iyi olmayacağını göstermekteydi, zaten taraftar da sezonun en ağır yenilgisi olan seçim yenilgisini de henüz atlamamıştı. Nitekim Dolmabahçe yürüyüşünü tamamlayıp stadyumdaki yerimizi aldığımızda Galatasaraylı taraftarlar da seçim yenligisini hatırlatarak "Yeter Yıldırım Demirören" diye bağırmaya başladılar, ben de dahil olmak üzere az bir kısım Yeni Açık taraftarı da kendilerine eşlik etti. Daha sonra kapalı herkesi susturup kontrolü eline aldı, Selena'dan 92-93 sezonuna, bolca küfürlü bir maç önü yaşandı. Yine de kapalının Alen ve diğer tribün liderlerinin yokluğunda eski formundan hayli uzakta olduğunu gördük. Maç başında yapılan bayrak şovu ise günün en güzel tribün hareketiydi.



Başlama düdüğü veç ekilen üçlünün ardından gözlerimizi sahaya çevirdik. Galatasaray, forvet yokluğunda 4-3-3'ü kendi alanında kurarak defansif bir yapı sergilemekte, Arda ile Keita'ya defanstan açılan çapraz toplarla kontra ataklar veya 4-5 kişilik geçiş (transition) oyunları oynamayı amaçlamaktaydı. Buna karşılık Beşiktaş da Ernst'in ağırlığını koyduğu orta sahada topu tutup kademeli olarak hücuma geçmeyi denemekteydi. Sağ kanatta Holosko içeri kaçıp, Toraman da hücuma destek vermeyince Beşiktaş ataklarını yalnızca soldan gerçekleştirebildi. İlk yarının son 15 dakikasında bu kanadı oldukça etkili kullanıp bir derbi için yeterli sayıda pozisyon da üretti; ancak golü bulamayınca devre 0-0'lık eşitlikle sonuçlandı.


Bu arada Holosko'nun pozisyonu Galatasaray taraftarı önünde gerçekleştiği için bir şey göremedik. Kapalı'dan görenler "Pozisyon goldü, allah belanı versin" diye açıklamalı bir tezahüratta bulundular, ama tezahürat normalde "pozisyon penaltı, allah belanı versin" diye söylendiği için ne olduğunu anlamayan yeni açık tribünü olarak pozisyon penaltı diye bağırmaya başladık. Hayır, pozisyonda da penaltı olacak hiç bir müdahale yok, bizimki boş kafa vuruyor, kaleci de kurtarıyor; ama tribün psikolojisini anlatmak adına güzel bir örnek olduğu için aktarayım dedim.


İkinci yarıda Galatasaray akıllı hamleler yaparak önce oyunu dengeledi, sonra da skor avantajını eline geçirdi. Bu hamlelerin ilki defansı öne çıkarmak oldu, bu sayede ileride topu tutamayan forvetlere sahip olan Beşiktaş geri çekilmek zorunda kaldı, ayrıca orta sahada da yeterli alan kalmadığı için top şişirmeler başladı. Bu noktada Galatasaray, ikinci akıllı hamlesini Jo'yu oyuna sokarak gerçekleştirdi. Galatasaray, böylece bir santrafora kavuştu ve hücumda kendisine alan açmayı başardı, bu alanları da Arda ve Elano ile etkili kullanmaya başladı. Sonucunda 68. dakikada Arda'nın attığı gol geldi, bütün bu organizasyonun yanında bireyselliğin futbolda ne kadar önemli olduğunu gösteren bir goldü. Sivok'un bireysel hatasının yanına Arda'nın takipçiliği ve şık vuruşu eklenince skor tabelası değişti.


Bu dakikadan sonra Beşiktaşlıların maçla ilgili umutları iyice azaldı ve tribün hakimiyeti Galatasaraylılara geçti. Nihat'ın sürüklediği cılız ataklar ve Yusuf'un korner direği civarına hapsettiği toplar tehlike yaratmaktan oldukça uzaktı, Beşiktaş'ın duran top dışında gol bulma imkanı yok gibi görünüyordu ki... Sivok'la gol geldi. Galatasaraylıların biribirine girip uzaklaştıramadıkları top Sivok'un önünde kaldı ve onun yaptığı yavaş vuruş çizgideki iki Galatasaraylının arasından tıngır mıngır yuvarlanıp ağlarla buluştu. Taraftar da golle birlikte yeniden ateşlendi ve kalan dakikalarda golün gelmesi için var gücüyle bağırdı; ama Beşiktaş ciddi bir pozisyon bulamadı ve maç 1-1'lik eşitlikle sonuçlandı. Eğer Arda'nın sakatlığı olmasaydı ve Nonda gibi top tutan bir forvet sahada olsaydı Galatasaray ikinci gole kavuşarak maçı bitirebilirdi belki; ama sonuçta galip gelemeseler de istedikleri bir skorla İnönü'den ayrılmayı bildiler. Beşiktaş'ın ligin geri kalanında uzaktan şampiyonluk takibi mi, yoksa UEFA'ya kalmak için hesaplar mı yapacağını bu hafta oynanacak Kayseri maçının sonucu gösterecek.

Sonuç olarak dün gece Beşiktaş'ın ligin tayin ediciliği rolünde başarılı olamayıp ipleri elinden kaçırdığını gördük. Yarışın dışına doğru itiliyor olmanın hüznüyle ve aralıksız tartışmalarla Beşiktaş'a dönülürken, Dolmabahçe yolu maça gittiğimiz zamana göre daha uzunmuş gibi geldi. Kazan'da içilen biralarda da aradığımız teselliyi bulamadık ve eksik kalan tezahüratların ardından Barbaros Bulvarı'ndan taksiye atlayıp Ankara'ya dönüş için Taksim'in yolunu tuttum.

Hiç yorum yok: