1 Şubat 2010 Pazartesi

Code Inconnu: Çağdaş Toplumda Şiddetin Kökenleri


Aile içi çatışmalar, esrar içmekten hayatını kaybeden çocuklar, televizyonlardan eksik olmayan cinayet haberleri, sokak kavgaları, metroda sözlü taciz ve gücünün yettiğine güç kullanmaktan çekinmeyen histerik bir toplum. 21. yüzyıla giren Avrupa toplumunun bayrak kenti Paris'te bir kaç gün içinde karşılaşabileceğimiz, şiddet içeren sıradan vakalar. Burjuva toplumunun zayıf noktalarını ve şiddetle iç içe geçmiş yaşamını yüzümüze vurmayı çok iyi bilen Michael Haneke'nin, 2000 yılında çektiği Bilinmeyen Kod (Code Inconnu) filminde bize sade bir görsellikle bu görüntüleri aktarırken, tartışılmasını istediği sosyal yapıyı onun gözünden inceleyelim.


Haneke toplumsal eleştirilerini sıralamaya başlamadan önce, açılışta Fransız toplumunun bütün sosyal tabakalarının bir araya geldiği bir sekansı bizlere sunuyor. Tek plan olarak çekilen bu sekansta, çiftlikte yaşayan; ancak yaşadığı hayattan kaçarak Paris'e gelen genç bir Fransız olan Jean, kaçak bir göçmen olarak dilencilik yapan kadına çöp fırlatıyor. Sağırlara eğitim veren Afrika kökenli Fransız yaşıtı Amadou ise bu durumdan rahatsız oluyor ve Jean'ın kadından özür dilemesini istiyor, Jean ise özür dilemek yerine Amadou ile kavgaya tutuşuyor. Duruma Jean'ın ağabeyinin kız arkadaşı Paris'li aktris Anne Lauernt'in de dahil olmasıyla olay büyüyor ve polis duruma müdahele ediyor. Polisin önyargılı yaklaşımı sonucu dilenci ve Amadou gözaltına alınırken, saf Fransızlar olan beyazlar serbest kalır.

Haneke'nin bütün bu karakterler üzerinden seyirciye aktardığı, zahiri bir görüntünün peşinden koşarken kendi yaşantısını kontrol etmekten bile aciz duruma düşen, toplumun gerçeklerine kayıtsız kalan kentsoylu sınıfının yarattığı "çağdaş Avrupa" imajıdır. Anne'ın rol aldığı filmlerde, kentsoylu sınıfa birbirlerini çok seven ve çocuklarını koruyan ideal aile yapıları örnek gösterilirken, korku duyulması gereken 20. katta yaşayan bir ailenin çocuğunun aşağıya düşmesidir. Halbuki hayatta şiddetin var olduğu çok daha gerçekçi olaylar yaşanmaktadır. Arap kökenli bir çocuğun metroda Anne'a sözlü olarak sataşması, gerçek hayatın bu tekinsiz atmosferinin bir örneğidir. Kentin birey odaklı yaşamında aile ise, çiftlik hayatında bırakılması gereken bir yüktür. Bu yükten duyulan rahatsızlığı vurgulamak için Haneke, çiftliğe gidilen sahnede, haber ajanslarında fotoğrafçılık yapan büyük oğlun yüzünü karartmıştır. Kosova'da yaşanan şiddeti, Parislilere sanal geldiği için aktarmayı başaran fotoğrafçı, ailesinin temel sorunlarını çözmekten acizdir.



Toplumun alt katmanlarına inildikçe sorunlar daha da büyür. Çiftlik hayatını beraber idame ettiren baba ve oğul arasındaki iletişimsizlik ve taşradaki sıkışmışlık hissi, karanlık ve kapalı mekanlarda yapılan çekimlerle seyirciye aktarılır. Açık mekanda yapılan ilk çekimde ise, Paris'in ve fotoğrafçı ağabeyinin etkisi altında kalan Jean, bir motora atlayarak çiftlikten kaçar. Taşradaki yaşamın getirdiği sıkıntılar büyük olsa da, bu kesimin de üstünlük kurduğu acınası bir alt sınıf daha vardır; onlar da göçmenlerdir. Göçmenlere karşı takınılan tutum, burjuva toplumunun içinde barındırdığı yabancı düşmanlığı nedeniyle oldukça serttir. Sokak kavgalarında, ilkokulda geçen bir esrar bulundurma vakasında ilk suçlanan onlardır. Bir göçmenin işlediği suçun cezası aynı ırktan gelen bütün bireylere mal edilir ve faşizme kapı aralanır.

"Çağdaş "Avrupa'ya onuruyla gelen öteki dünya insanları, burada dilenmek zorunda kalırlar; yine de tekrar gelmek için en çetin koşulları dahi göze alırlar. Onların bu ülkeye binbir zorlukla geldikleri anlar, Paris'in cafe'lerinde ilgi çekici aperatif hikayeler olarak sunulmaktadır. Fransa'dan bakıldığında, dış dünyanın dramları iki boyutlu fotoğrafların ötesine geçmemekte, Fransızların vicdanlarına işlememektedir. Kosova'dan gelen fotoğrafçı, arkadaşları tarafından "medeniyete hoş geldin" sözleriyle karşılanmaktadır; ancak bu medeni olma hali, şiddetin önünde engel olmaktan ziyade, şiddetin beslendiği bir kaynak haline gelmiştir.


Haneke 2000'lere giren Avrupa toplumunun portresini ucu açık kalan bu hikayelerle resmediyor. Yabancı düşmanlığı konusunda Fransa'daki tespitlerinin ne kadar haklı olduğuna, 2002'de aşırı milliyetçi Le Pen'in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci olması ve 5 yıl sonra aşırı sağı merkez sağ ile bütünleştiren göçmen karşıtı Sarkozy'nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle şahit olduk. Bu adaletsizliğe karşı durmak için atılacak ilk adımlardan biri de, Haneke'nin filmin sonunda sağır ve dilsiz çocuklardan oluşan koroya çaldırdığı davullara kulak vermek.

Hiç yorum yok: