12 Şubat 2010 Cuma

Up in the Air - Sıkışan Hollywood'da Yeni Bir Soluk

Yeni hikayeler üretmekte sıkıntıya düşen ve bu nedenle dünyanın sinema merkezi olma özelliğini son yıllarda kaybeden Hollywood dünyası, Jason Reitman'ın kendine has üslubu sayesinde biraz soluklanmış gibi görünüyor. Dünyada ilerleme kaydedilemeyeceğine dair post-modern inancı koruyan Reitman, Billy Wilder'ı (ve zaman zaman Coen'leri) andıran mizah anlayışı ve Howard Hawks tarzı akıcı üslubu ile yeni Hollywood'un kapılarını, eski yönetmenlerin temellerini attıkları yoldan ilerleyerek açıyor.

Yönetmen, henüz üçüncü filmi olan Up in the Air (Aklı Havada) filminde de, çıkış gerçekleştirdiği Juno filmiyle ortak ögeler taşıyan bir filme imza atmış. Hayatın gerçeklerinden kaçan, adeta yaşarken dahi bu hayatın dışında kalabilen bir ana karakterin yönlendirdiği filmde, güncel sorunlara bolca mizah sosu eklenerek değiniliyor. Başlangıçta seyircide hayranlık uyandıran bir karakterin hayatında derinlere inildikçe, karakterin sorunlarının açığa çıktığını görmekteyiz. Juno'nun aşık olduğu Rock müzik seven adama benzer şekilde, bu filmde de sorumluluk almaktan korkan Ryan Bingham'ın (George Clooney) yaşadıklarını gözlemliyoruz. Ayrıca, film müzikleri yine samimi bir hava yaratan country tarzı şarkılardan seçilmiş. Bütün bu benzerliklerin, filmografisine bir iki film daha ekledikten sonra Jason Reitman filmlerinin karakteristik özellikleri olarak anılacağını düşünüyorum.

Tamamı Minnesota'da geçen Juno filminin aksine, Reitman bu sefer geniş Amerika'nın pek çok kentini mekan olarak kullanıyor. Bu durum, arka planda anlatmayı seçtiği ekonomik krizin beyaz yakalı işçiler üzerindeki etkilerini yansıtmak adına doğru bir seçim. Bush döneminin ardından Obama ile yeni bir imaj çizmeyi hedefleyen ABD'nin ekonomik krizin ardından yeniden bunalıma girdiğini, Up in the Air filminde de görmekteyiz. Bir yandan patavatsızca işçilerini kovan Amerika'nın "Glokal" şirketlerinin ürkütücü tavrını gözlemlerken, Ryan Bingham karakterini takip ederek, havayolu şirketlerinin ve otellerin yarattığı sanal dünyayın içine düşüyoruz. Filmde işinden kovulan karakterlerin, kriz yüzünden gerçekten işini kaybeden insanlar tarafından canlandırılması da, Reitman'ın soruna gerçekçi bir yaklaşımla eğildiğinin bir göstergesi.


Filmin lokomotifinde ise kuşkusuz George Clooney oturmakta. Takım elbiselerle havalimanlarında ve otellerde boy gösteren, hayatı hafife alan karizmatik adam rolü için Clooney'den daha doğru bir tercih olabileceğine inanmıyorum. Clooney bu filmde, "biz köpekbalığıyız" diyerek sonlandırıdığı konferanslarından, yalnızlığının bütün çıplaklığıyla yüzüne çarpılmasının ardından vazgeçen Ryan Bingham'ın yaşadığı duygu değişimini seyirciye başarıyla aktarıyor. Yine de bu karakterin, örneğin Manolya filminde Tom Cruise'un canalndırıdığı karakter kadar keskin duygu değişimleri yaşamadığını da belirtelim.

Up in the Air filmi, taşıdığı sorumluluklardan kurtulmak adına fezaya yükslen adamın ayaklarının yere basması gerektiğini, didaktik olmaktan epeyce uzak, keyifli bir anlatımla seyircisine taşıyor. Çok iddialı bir yapım olarak görünmese de, 32 yaşındaki genç yönetmenin vaad ettiklerini görmek adına güzel bir fırsat olmuş. Umarım Akademi, son yıllarda Amerikan sinemasını ayakta tutan Fincher, Nolan, P.T. Anderson ve Tarantino gibi isimlere yaptığı gibi Reitman'ı da görmezden gelmez ve bu başarılı yönetmene hak ettiği değeri vermek için uzun süre beklemez.

Hiç yorum yok: