7 Aralık 2009 Pazartesi

You're ugly unless you're ugg'ly





Haftasonu cepa'da ilköğretim çağındaki bir kızcağızın anne babasıyla bot alışverişi üstüne tartışmasına kulak misafiri oldum istemeden. "Kızım yağmurda çamurda giyeceksin bunlar ne böyle" diye kızını "yeti" bacağını andıran botu (ya da her neyse artık) almaktan vazgeçirmeye çalışan babanın ümitsiz çabalarına tanık oldum. Kız öyle bir bakış attı ki babasına adamın eli mahkum alacak, sadece "kimde var sınıfta ki?" diye sorabildi . Kızın cevabı tartışmayı bitirdi ve aile kasaya yöneldi:
"Herkeste!".

Evet şu aralar pek bir popüler olan ugg ve türevi botlardan bahsediyorum. Sokakta karşılaşılan her bikaç dişi bireyden birinin ayaklarında yer edinmeyi başarmış durumdalar. Ugg müdavimlerinin yakında ellerine de bir çift uydurup sokaklarda arz-ı endam etmelerinden ürkmekteyim. Kullanışlıdır, kullanışsızdır; şıktır, "rüküş"tür beni ilgilendirmiyor zira zevkler ve renkler kişiye özeldir. Ama bu furyanın tek kaynağının zevk olmadığı açık. Çünkü bu kadar insanın aynı zevklere sahip olamayacağını düşünüyorum. Moda dediğimiz şeyi o kadar kabullenmiş, o kadar hayatımızın değişmez bir parçası haline getirmişiz ki kişisel zevklerimizin kontrolünü yitirme noktasına gelmişiz.

Kimin ne giydiği hiç kimseyi ilgilendirmez elbette, herkes hoşuna giden şeyi giymekte özgürdür.Ayrıca yukarıda bahsettiğim botların bazı insanlarda, bazı kombinasyonlarda gayet hoş durduğunu da itiraf edeyim.Beni rahatsız eden asıl mevzu o "hoşumuza giden şeyler"in hoşumuza gitme sebebi.Kıyafetlere, ayakkabılara, donlara (bkz:CK,VS) yüklenen tüketiciyi gazlayan anlamlar.Giydiği donla, ayakkabıyla vs statü kazandığına inanan ve işin acı tarafı bu eylemleriyle yapay bir statü (neye göre kime göre) kazanan insanlar.Böyle sitemkar cümleler kurunca okurlar sokağa çarşafa sarınıp yalınayak çıktığımı sanmasınlar tabi ben de bu tüketim zincirinin bir parçasıyım maalesef.Ama en azından kafamı şöyle bir kaldırıp "biz ne halt yiyoruz böyle yahu?" diye sorabiliyorum kendime ve bence herkes yapmalı bu sorgulamayı.



Kişiliğimizi yaşayarak, düşünerek keşfetmek varken tüketim ürünleri üzerinden, tüketmek üzerinden biçilmiş yapmacık kişilikler arasından bir tane seçmek ne kadar kolay değil mi?
Günümüz popüler kültüründe ve gündelik hayatta önyargılar,şekilcilik başını alıp gittiği için; "kadınlar yeni tanıştıkları erkekle sevişip sevişmeyeceklerine ilk 10 saniyede karar verdikleri"(!) için; "çeşitli mülakatlarda kılık kıyafet pek bir mühim olduğu"(!) için ama her şeyin temelinde "kâr" temelli bir dünyada yaşadığımız için tüketmeye mecburuz hepimiz,öyle hissediyoruz.




Kâr temelli dünyada bir insanı tanıyıp ona göre değerlendirmelere gitmeye vakit yoktur (time is money remember?).İnsanlar bireyler olarak CV'leriyle, kıyafetleriyle,evleriyle,arabalarıyla vardır; bu bireyleri tanımlamak için onları tanımakla vakit kaybetmenize gerek yoktur tükettiği ürünlerden her türlü çıkarımı yapabilirsiniz zaten.Sizin tükettiğinizi tüketmeyen sizden değildir ve bu kuralda tüketilenin ne olduğu önem teşkil etmez; bir çift ayakkabı,dantelli iç çamaşırı, türban, rap müzik, budizm, irticai fikirler, atatürkçü düşünceler vs.Eğer ki belli bir grubun tükettiğini tüketmiyorsanız o gruptan değilsiniz ve kaçınılmaz olarak dışlanırsınız (mahalle baskısı vs.).

Fikirler, ideolojiler tüketim ürünüdür artık sizin için. Oturup farklı görüşten biriyle tartışmayı zaman kaybı olarak görmeye başlarsınız; halbuki bence bu tartışmalar fikirleri olgunlaştırmada, kişisel yanlışlarımızı farketmede son derece faydalıdır.Yaşama dair her şey tüketmeye endekslendiği için mutluluğu tüketmek üzerinden aramaya başlarsınız; mutluluğu öyle uzaklarda aramak zorunda da değilsiniz hem, tv ne güne duruyor değil mi? Bütün gün okulda, ofiste, fabrikada vs neden yaptığımızı belki de hiç sorgulamadığımız (varolmak için tüketmek, tüketmek için kazanmak zorundayız) işlerin peşinde koştuktan sonra akşam yorgun argın evimize geliyoruz ve ne yapıyoruz, hoop tv'nin başına kuruluyoruz.Açıyoruz bir de bakıyoruz ki giydiğimiz ayakkabıların modası geçmiş;kate moss hedehödö markasının ürettiği bir fuları bileğine sarmış; götingen araba fuarında son model spor arabalar son model mankenlerle tanıtılmış (kafada yarattığı imge, bilinçaltına yerleştirdiği fotoğraf önemli bence); kafirler camiye dil uzatmış,bağnazlar atatürk'e dil uzatmış,x halkı y halkını ezmiş,y halkı x halkını ezmiş vs.

Kapatıyoruz tv'yi ve ne düşünüyoruz? Ayakkabılarım yanlış; gömleğim, eteğim yanlış; yüz hatlarım yanlış; cildim yanlış; arabam yanlış; makyaj malzemelerim yanlış; yaşadığım yer yanlış...Hemen koşup bu yanlışları düzeltmeliyim; yeni ayakkabılar yeni arabalar almalıyım, burnumu düzelttirmeli göğüslerimi büyültmeliyim,daha çok daha çok para kazanmalıyım; ancak böyle mutlu olabilirim.Ama size bir sır vereyim mi?Asla yeterince "şey"iniz olmayacak, mutluluğu tüketime endekslediğimiz sürece mutsuz kalmaya devam edeceğiz; çünkü mutlu olmamız tüketme ihtiyacını artık duymamamız demek ve küresel ekonominin ayakta kalması için tüketmek zorundayız.


Bir zamanlar basit bir amerikan gençlik dizisinden öte olduğunu düşündüğüm one tree hill'den geliyor:



"As we strain to grasp the things we desire, the things we think will make our life better, money, popularity, fame, we ignore the things that truly matter. The simple things like friendship, family, love, the things we probably already had."



Herkesi mutlu edecek tek bir yüce amaç yok elbette, ama popüler tüketim kültürünün köleleri olmadan özgürce deneyip kendi mutluluk kaynağımızı kendi "arkhe"mizi bulabilmeliyiz.Sınırlı kaynakları olan bir dünyada yaşıyoruz ve "open-loop" bir tüketim zincirimiz var.İşlerin böyle devam etmeyeceğini, doğanın bir yerde bize "hoop" diyeceğini anlamak için mayalı olmaya gerek yok.Üçüncü dünya ülkelerinin kaynaklarını, insanlarını sömürüp atıkları yine bu ülkelere iteleyen toplumlar da hatalarının farkına varmalılar bir gün.Tek bir dünyamız var ve bu hızla tüketmeye devam edersek korkarım çok uzun ömürlü olmayacak bu dünya.




Bu konuda söylenecek çok söz var aslında ama onları sonraki bir yazıya bırakıyor ve son olarak herkesi kendine şu soruyu sormaya davet ediyorum, "Am i living the good life?"




1 yorum:

Yaz Helvası dedi ki...

Ellerine sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. izninle bir alıntı eklemek istedim. "Network" filminde Howard Beale karakterini azarlayan patrondan gelsin:

"you get up on your little twenty-one inch screen and howl about america and democracy. there is no america. there is no democracy. there is only ibm and itt and at&t and dupont, dow, union carbide, and exxon. those are the nations of the world today."