18 Aralık 2009 Cuma

Haftanın Notları #5


Henüz ilk yazılarımdan birinde de belirttiğim gibi bu blogda politikanın mümkün olduğunca az konuşulmasından yanayım; ama ülkemizde o kadar acı verici olaylar oluyor ki haftanın notları isimli bir yazı yazarken yaşanan adaletsizliklere değinmemeye vicdanım elvermiyor. Dün tekel işçilerinin "haklarını aramak" gibi sermayedarların kabul edemeyeceği bir "provokasyon"a imza atmalarının ardından polisin uyguladığı hunharca saldırıya şahit olduk. Bugün de gaz ölçüm cihazı almayarak 19 işçinin ölümüne sebebiyet veren maden ocağı sahibinin yargı önüne çıkmasına dahi gerek duyulmadan bu zat serbest bırakıldı. Bir kez daha yazayım, bu olayların önüne geçebilmek için bütün sendikaların ve meslek örgütlerinin ortak bir hareketle haklarını talep etmeleri gerekir. Bugün hakları ellerinden alınmak istenen insanların direnişine destek vermek için bütün meslek örgütleri ve sendikaların ortak hareket etmeleri zorunludur. Bunu açıklamak için Ahmet Taner Kışlalı'nın Siyasal Sistemler isimli kitabından bir alıntı yapalım:


"Çoğulcu bir demokraside para işveren için ne ise, örgüt de işçi için odur. Sağlıklı bir güç dengesinin oluşabilmesi, iki tarafın da elindeki mücadele aracını eşit koşullarda kullanmasına bağlıdır. Paranın siyasal amaçlarla kullanılmasına kapıları açarken, örgütlenmeye sınırlar getirirseniz, denge bozulur. Servet sahipleri siyasal yaşamda ağır basmaya başlarlar. Çıkarlarını ve görüşlerini savunamayan toplum kesimleri ise bunalıma itilmiş olur. Toplum çalkantılara gebe hale gelir."




Haftanın notlarında ikinci sırayı açıklanan Altın Küre adaylıkları alıyor. Filmlerin pek çoğunu izleme şansı bulamadığım için yorum yapamıyorum, Inglourious Basterds'ı listede gördüğüm için sevindiğimi söyleyebilirim. En iyi film ve en iyi oyuncu ödüllerine baktığımda bu yıl George Clooney'nin yılı olacakmış gibi bir izlenime kapıldım; ancak büyük usta Morgan Freeman, kankası Clint Eastwood'un yönettiği Invictus filmindeki Mandela performansıyla şovu Clooney'den çalan isim olabilir. Ayrıca geçen yıl The Reader ve Revolutionary Road filmlerindeki performanslarıyla en iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı kadın oyuncu ödüllerine layık görülen dönemin en iyi kadın oyuncularından (bence bu unvanı Cate Blanchett ile paylaşır) Kate Winslet'ı anmak istedim; zira bu yıl kadın oyuncu adaylıklarında Helen Mirren dışında güçlü bir isme rastlayamadım, yeni çıkan isimlerin performanslarını da merak ettim açıkçası. Yabancı film adaylıklarının güçlü isimleri ise Cannes Film Festivali'nde gösterilen Das Weisse Band (Haneke), Los Abrazos Rotos (Almodovar) ve Un Prophete (Audiard) filmleri.


Gerçi bu hafta gerçekleşen bir olay değil, bu transfer Philadelphia'yı dipten kurtarmaya da yetmedi. Yine de Iverson'ın Philly'e dönüşü son günlerde duyduğum en güzel haberlerden biriydi. MVP ödülü ve sayı krallıklarıyla dolu Philadelphia kariyerine bir de NBA finali sığdıran; ancak Shaq'e toslayan The Answer, 76ers'dan ayrıldıktan sonra bir türlü parkelerde huzur bulamadı. Onu bir efsane haline getiren ise kazandığı ödüllerden bağımsız olarak NBA'de yarattığı değişim elbette. Uzun şortlar, cornrows saçlar ve taktığı kolluk ve bilekliklerle bir hip-hop ikonu haline gelen Iverson, günümüzün süper yıldızlarının pek çoğunun imajlarını da etkilemiş durumda. Bu yıl onun çaylak sezonu olan 96 yılında giyilen formalara çok benzeyen bir dizayna sahip olan Sixers formasıyla Wachovia Center'a çıktığı ilk maçta da sahanın ortasındaki amblemi öperek minnet duygusunu gösterdi.

Hiç yorum yok: