6 Aralık 2009 Pazar

Norah Jones - The Fall


Dinleyenlerde hayranlık uyandıran buğulu sesiyle Norah Jones, 2000'li yıllar sonlanırken dördüncü albümüyle bir kez daha karşımızda. 2002 yılında piyasaya sürülen come away with me isimli ilk albümündeki hüzünlü genç aşık imajından her yeni albümüyle biraz daha uzaklaşıyor belki; ancak bu yeni arayışlarında kalitesinden bir şey kaybetmiyor. Bu sefer kendisiyle özdeşleşen piyanosunun biraz arka planda kaldığı, elektronik gitar tınılarının ve çeşitli enstrümanlalrın daha fazla duyulduğu bir albümle karşı karşıyayız. Sanki piyano+vokal formülünü geride bırakan ve yeniliklere doğru yol alan bir albüm olmuş The Fall. Bu yeniliği yansıtmak için imajında da değişikliğe giderek yeni bir saç stili ile karşımıza çıktı Norah. Utangaç görüntüsünü kırarak biraz daha cesur ve kendine güvenen bir fotoğraf sunmak istiyor gibi sanki.


Norah Jones'un The Fall isimli bir albüm çıkardığını duyduğumda açıkçası sonbaharın melankolik havasını içime işletecek, yağmurlu havalarda düşen yaprakları izlerken bana eşlik edecek bir albümün beklentisi içine girmiştim; ancak albümü dinledikten sonra oldukça yanıldığımı anladım. Albümün ilk iki parçası olan Chasing Pirates ve Even Though değişik bir rüzgarı arkasına aldığını hissettiriyordu dinleyenlerine, Chasing Pirates'a çekilen klipte karadan yürttüğü gemileri hareket ettiren rüzgar olmalıydı bu muhakkak. Onun kumsalda çıplak ayakla yürüdüğü ve piyanosunun başında utangaç utangaç gülümsediği unutulmaz Don't Know Why klibinden hayli farklı bir noktaya gelen Norah, 30 yaşıyla birlikte artık daha olgun ve anlaşılan o ki artık daha az aşk acısı çekiyor. Albümü sonlandıran Man of the Hour şarkısında artık hayatının tek erkeğinin köpeği olduğunu söylerken adeta bu değişimi belgeliyor.


Bu albümle birlikte Norah Jones'un jazz-pop'tan jazz-rock karışımına geçiş yaptığını söyleyebilirim. Girişi ile Personal Jesus şarkısını hatırlatan It's Gonna Be, Stuck, Waiting ve Young Blood şarkılarında elektronik gitarın baskın enstrüman olarak ön planda olması bu yorumu yapmamı sağlıyor. Aslında bu geçişin izlerini üçüncü albümü olan Not Too Late'de görmeye başlamıştık, country tadındaki yumuşak ve ruha işleyen şarkılarının yanına elektronik gitarı da yavaş yavaş yerleştirmekteydi Norah Jones, bu albümde ise daha "sert" bir tınının egemen olmasına izin vermiş. Tabi çok da farklı bir albüm beklentisi içine girmemek gerekir, nihayetinde bu bir Norah Jones albümü, baskın olan yine onun insana huzur veren eşsiz vokalleri. Zaten "December" ve "Back to Manhattan" isimli parçalar piyano egemenliğinde klasik Norah Jones imzasını taşımaktalar, her iki parça da uzun yıllar tekrar tekrar dinlenecek güzellikte olmuş.

Sonuç olarak Norah Jones, The Fall albümünde bu değişimi iyi yönetmeyi başarmış ve böylelikle diskografisine güzel bir albüm eklemiş. 2000'li yıllarda başıma gelen en güzel hadiselerden birisi olan bu hoş sedanın kulaklarımda yankılandığı her an huzur bulduğumu hissediyorum, can sıkıcı geçen 2009 kışında da kulaklarımı ferahlatan ve dinleyenlere yepyeni hayaller kurduran bu güzel albüm için Norah Jones'a binlerce kez teşekkürler.

Hiç yorum yok: